Prof. Dr. Selva Demiralp Türkiye’nin ekonomik risklerini tek tek saydı
Prof. Dr. Selva Demiralp, gelecek yıl Türkiye ekonomisinin yol haritasında olabilecek en önemli riski değerlendirirken, "Faiz indirimi için ideal takvimin, 2025 yılı ilk çeyreğinin sonlarından daha erken olmaması gerektiğini düşünüyorum" dedi.
Şenay Zeren |Şenay ZEREN
Koç Üniversitesi Ekonomi bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp, Paranın Yönü dergisinde bu hafta yayımlanan röportajda, çarpıcı açıklamalarda bulundu.
İşte röportajın tamamı:
Türkiye’de, Mayıs 2023’teki genel seçimlerin ardından, yeni ekonomi yönetimi ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) uyguladığı sıkı para politikasıyla, enflasyonla mücadelede başka bir döneme geçilirken, o zamandan bu zamana politika faizinde toplam 4 bin 150 baz puanlık artış yapıldı ve faiz yüzde 50 seviyesine çekildi.
3 Ekim’de açıklanan son enflasyon verilerine baktığımızda, enflasyon yıllık bazda yüzde 50’nin altına gerilerken, politika faizinin altına indi ve 3 yıl aradan sonra reel faiz pozitif bölgeye geçti. Ancak, aylık bazda açıklanan enflasyon verileri moral bozuyor. Eylül ayı enflasyonu, piyasa beklentilerini de aşarken, Merkez Bankasından faiz indirim beklentisini de ötelendi.
Peki, 6 aydır faize dokunmayan TCMB ilk faiz indirimini ne zaman yapacak? Para politikasında beğenilen ve eleştirilen taraflar neler? 2025’te en çok hangi alanda zorlanacağız? Dar gelirlilerin alım gücü nasıl artacak? Hepsini Prof. Dr. Selva Demiralp ile konuştuk.
İzlenen para politikasını nasıl buluyorsunuz; beğendiğiniz ve eleştirdiğiniz tarafları neler?
Seçim sonrası dönemde, ortodoks politikalara geçilip enflasyonla sıkı para politikası ile mücadele edilmesi, şüphesiz ki çok olumlu bir gelişme. İlave olarak, Fatih Karahan’ın TCMB başkanlığında iletişimde de önemli adımlar atıldı. 2015’ten beri toplanan, sektörel enflasyon beklentilerine ait veri, nisan itibarıyla kamuya açıldı. Bu veri, bizim gibi enflasyon beklentilerini çıpalamakta zorlanan gelişmekte olan ülkeler için, son derece kıymetli.
TCMB’nin şeffaflık konusunda diğer bir önemli hamlesi, başkan ve yardımcılarının para politikasında atılacak adımlarda aktif iletişim kullanmalarıydı. İletişimde netlik, parasal aktarım mekanizmasının hızlı ve doğru hareket etmesi, finansal varlık fiyatlarının Merkez Bankası'nın amaç ve yönlendirmeleriyle tutarlı olması açısından çok kıymetli bir araç.
Peki, eleştirdiğim taraflar? Genel seçim sonrası önden yüklemeli faiz artışları gelseydi, daha güçlü bir sinyalle beklentiler kontrol altına alınabilirdi. Ancak, TCMB daha yavaş hareket etmeyi seçti. Enflasyonla mücadelenin ağır bir bedeli olacağı ve bu bedeli ödemekten de çekinmeyecekleri söylenemedi. Onun yerine, zamanın Merkez Bankası Başkanının “Büyümeden ödün vermeden de dezenflasyon sağlanabilir” şeklinde son derece yumuşak ve hükümetin hoşuna gidecek söylemlerini duyduk. İdeal şartlarda, büyümeden ödün vermeden de dezenflasyon sağlanabilir, doğru. Ancak o şartları sağlayabilmek için, Merkez Bankasının gerekirse büyümeden ödün verebileceğini de söylemesi lazım ki kredibilite kazanabilsin.
Keza yerel seçim öncesi dönemde uygulanan seçim ekonomisi karşısında da, TCMB “rüzgara karşı” durmakta zorlandı. Seçim sonrasında açıklanan enflasyon raporunda, çıktı açığı grafiğinin yukarı yönlü revize edilmesinden bunu görebiliyoruz. Ekonominin yeterince sıkı tutulamadığına dair, üstü kapalı bir itiraftı bu.
2025’in ekonomi açısından nasıl geçmesini beklersiniz? En çok hangi alanda zorlanırız?
Maalesef mevcut program, kısa vadeli talebi baskılamaya odaklı bir dezenflasyon programı. Orada da aslan payı para politikasına düşüyor ve böyle olunca da yeterli sıkılaşma yapılamıyor. Maliye politikası, özellikle vergi reformu ile TCMB’ye destek olamadı. İlave olarak, enflasyonun kalıcı düşmesine imkan sağlayacak, uzun vadeli üretim kapasitesini artıracak adımlar atılmadı. Bu sebeple, para politikasının gevşemeye başladığı noktada; enflasyonu tek haneye getirip, sürdürülebilir büyümenin kapılarını açacak bir kalkınma programı göremiyorum. Para politikasının gevşemeye başladığı noktada, enflasyonun 20’li rakamlarda atalet kazanması daha yüksek ihtimal.
Bir kalkınma programının olmaması, 2025 yılını farklı şekilde etkileyecektir. Öncelikle, sıkı para politikası yalnız kaldığı ve kurumsal bağımsızlıkla desteklenemediği için, programın sürdürülebilirliğine dair endişeler ortadan kalkmıyor. Bu durum bir taraftan enflasyon beklentilerini yüksek tutup fiyatlama davranışlarındaki normalleşmeyi geciktirirken, diğer taraftan yatırım iştahını törpülüyor.
Benim tahminim, bu seneyi yüzde 3-3.5, gelecek seneyi ise 2.5-3 gibi büyümeyle tamamlayabiliriz. 2024’ün ikinci yarısında teknik resesyon ihtimali yüzde 27’li seviyelerde. 2025 yılına dair en önemli riskin, büyümede yaşanacak yavaşlamayla para politikasının daha erken ve daha hızlı gevşemeye zorlanması olacağını düşünüyorum. Bu şartlar altında 2025 yıl sonu enflasyonunun yüzde 27’li seviyelerin altına inmesi oldukça zor.
Bakan Şimşek, enflasyondaki düşüşün 2025'in ikinci yarısında hissedileceğini belirtmişti. Siz ne düşünüyorsunuz?
Yaptığımız enflasyon tahminlerinde baz senaryomuz, 2025 sonunda yüzde 27’ye düşmesi. Şayet global koşullar tahminlerimizden daha olumlu gerçekleşir, TCMB vaktinden hızlı gevşemek zorunda kalmazsa, iyi senaryomuz enflasyonun 2025 sonunda yüzde 22’lere kadar düşebileceği yönünde. Kötü senaryomuz ise, yüzde 33’e yakın bir rakam. Her hâlükârda 2025’te, Bakan Şimşek’in de ifade ettiği şekilde, enflasyondaki düşüşün “çıplak gözle” de hissedilebilir hale gelmesini ve beklentilere yansımasını bekliyoruz. Yani, OVP’deki rakamları çok iyimser bulmakla birlikte, 2025’te enflasyonun düşüş göstereceği konusunda ekonomi yönetimine katılıyorum.
Özetle, maliye politikasının kontrolündeki fiyatlara, OVP’deki 2025 yıl sonu beklentisi olan yüzde 17.5 ile tutarlı olarak zam yapılırsa, vatandaşın enflasyon hissiyatı net bir şekilde düşüş gösterecektir.
Dar gelirlilerin alım gücü oldukça düştü. Burada iyileşme nasıl yapılabilir?
Enflasyon ve maaş zamları arasında çift taraflı bir nedensellik var. Enflasyon arttıkça, reel alım gücündeki düşüşü engellemek için, maaşları artırmak gerekiyor. Maaş artışları da bir sonraki aşamada, üretim maliyetlerini artırıyor. Ancak bu durum, maaşların enflasyon altında artması için bir gerekçe oluşturmaz. Eğer zam artışlarında beklenen enflasyon baz alınacaksa, o zaman beklentilerin tutturulması için ne gerekiyorsa yapılması gerekir.
Türkiye’de artık kronikleşmiş olan enflasyon hedefini tutturamama sorunu, enflasyondaki artışla çok daha ciddi bir probleme dönüştü. Enflasyon hedefini 10 koyup 15 tutturmakla, 17.5 koyup 27 tutturmak arasında, alım gücü açısından oluşacak fark çok büyük. Beklenen enflasyona göre maaş artışı yapmayı, Türkiye gibi fiyat istikrarını konuşmak için henüz çok erken olan bir ülkede, doğru bulmuyorum. Alım gücünü artırabilmek ise, ancak iş gücü üretkenliğini artıracak politikalarla mümkün.
TCMB’nin ilk faiz indirimini ne zaman yapması doğru olur; öte yandan sizce ne zaman yapacak?
Gerek Başkan Karahan gerekse başkan yardımcıları, verdikleri mülakatlarda faiz indirimleri için ön koşulun enflasyonun ana eğiliminde bir iyileşme ve beklentilerin çıpalanması olduğunu söyledi. Resmi verilere bakarak yaptığımız karşılaştırma, özellikle yılın ikinci yarısında öngörülen dezenflasyon patikasından oldukça uzakta olduğumuza işaret ediyor. Enflasyon ana eğiliminde bir düşüş var şüphesiz. Ancak, halihazırdaki düşüş bizi TCMB’nin 2025 hedeflerine götürmekten oldukça uzak. TCMB’nin ifade ettiği ön şartlar gerçekleşmediği için, faiz indirimi için kafalarındaki ideal takvimin de 2025 yılı ilk çeyreğinin sonlarından daha erken olmaması gerektiğini düşünüyorum.
Abonelik için:
GSM: 0501 440 24 22