Prof. Dr. Şahin: Refahı yüksek bir toplum yaratmak güçlü üniversiteyle mümkün

Kanaat Önderi'nde bu hafta Şeref Oğuz, Hakan Güldağ ve Vahap Munyar’ın sorularını MEF Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Muhammed Şahin yanıtladı. Şahin, “Yüksek öğretimin amacı ülke için katma değer yaratabilmek olmalı, vatandaşın ekonomik refah seviyesini yükseltmek olmalıdır.” diyor. Şahin, üniversitenin ezberi değil, bilgiye erişimi öğretmesi gerektiğini vurguluyor.

Haber Merkezi |

MEF Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Muhammed Şahin, “Gündem Özel” sohbetimizde sorularımızı ya nıtlarken, ülkemizin yükseköğretimdeki, bilim ve teknolojideki durumunu görebilmek için “tersten bakmak” gerektiğini söyledi. “Bana göre yükseköğretimin amacı ülke için katma değer yaratabilmek, ülke ekonomisini yukarılara taşımak, vatandaşın ekonomik refah seviyesini sürekli yükseltmek olmalıdır” diyen Şahin, patent çıkarmak, çıkarılan patentlerden yüksek teknolojik ürünler ortaya koymak ve bunları ihraç etmek gerektiğini vurguladı.

Bugünkü mesleklerin yarısının gelecek 10 yılda yok olacağına dikkat çeken Şahin, “O nedenle vereceğimiz eğitim sisteminde bilginin ezberi değil, kullanımını ve bilgiye erişimi, kendi kendini yenilemeyi öğretmeliyiz” dedi.

MEF Üniversitesi Rektörü Prof. Muhammed Şahin’e sorularımız ve yanıtları şöyle:

SADECE MAKALE YAZMAK, ATIF ALMAK YETMİYOR

Kamuoyu sizi İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) rektörlüğü döneminizden tanıyor. İTÜ’de bir dönem rektörlük görevini yürüttükten sonra MEF Üniversitesi’nin kurucu rektörlüğünü yaptınız ve göreviniz devam ediyor. İTÜ gibi Türkiye’nin önde gelen kurumundaki yönetim deneyiminizle ülkemizdeki devlet üniversitelerini, eğitim-öğretim becerisi-gücü açısından değerlendirebilir misiniz? Sizin öğrencilik yıllarınızdaki devlet üniversiteleri ile rektörlük döneminiz arasında nasıl bir fark gözlemlediniz? Devlet üniversiteleri daha iyiye doğru mu yol aldı? Yoksa eğitim altyapısında zayıflama mı yaşandı?

2008 yılından bu yana rektörlük yapıyorum. 4 yıllık İTÜ rektörlüğümden sonra da MEF Üniversitesi’nin kurucu rektörlüğünü yürütüyorum. Üniversitelerimizin, hatta ülkemizin yükseköğretimdeki, bilim ve teknolojideki durumunu görebilmek için tersten bakmak gerekiyor. Bana göre yükseköğretimin amacı ülke için katma değer yaratabilmek, ülke ekonomisini yukarılara taşımak, vatandaşın ekonomik refah seviyesini sürekli yükseltmek olmalıdır. Bu amaca ulaşmak için sadece makale yazmak, bol atıf almak yetmiyor. Patent çıkarmak, çıkarılan patentlerden yüksek teknolojik ürünler ortaya koymak ve bunları ihraç edebilmek gerekiyor. Dünya Bankası’nın 2018 yüksek teknoloji ihracat rakamlarına birlikte bakalım:

Bu arada bazı ülkelerin geçmişten bugüne nasıl gelişim gösterdiğini de incelemek gerekiyor. Bunun için Dünya Bankası verilerine baktım; veri tabanında en erken 1992 verileri yer alıyor:

Çin: 1992 yılında yüksek teknoloji ihracatı 4.3 milyar dolar. 
Singapur: 1992 yüksek teknoloji ihracatı 21.8 milyar dolar
Güney Kore: 1992 yüksek teknoloji ihracatı 14 milyar dolar
Türkiye: 1992 yüksek teknoloji ihracatı 0.123 milyar dolar

2018 verilerine göre ise Çin’in yüksek teknoloji ihracatı 731.9 milyar dolar. Hong Kong’un -bu da Çin’e dahil- 330 milyar dolar. Almanya’nın yüksek teknoloji ihracatı 210 milyar dolar.

Nüfusu neredeyse İstanbul kadar olan, Ar-Ge personeli bizden az ve Ar-Ge’ye ayırdığımız bütçe hemen hemen aynı olan Hollanda’nın yüksek teknoloji ihracatı ise 86.7 milyar dolar.

Nüfusu 5.6 milyon olan Singapur bugün 155.5 milyar dolarlık yüksek teknoloji ihraç ediyor. İsrail’in yüksek teknoloji ihracat rakamı 13 milyar dolar. Bizim yüksek teknoloji ihracatımız ise 3.1 milyar dolar.

BİZ ÜLKE OLARAK YARI YOLDA KALIYORUZ

Yükseköğretimin, bilim ve teknolojik faaliyetlerin nihai hedefi budur işte. Teknoloji üretmek ve dünyaya ihraç etmek, bu şekilde ülkeye döviz girdisi sağlamak ve refah düzeyi yüksek bir toplum yaratmak. Biz ülke olarak maalesef yarı yolda kalıyoruz.

Bütün bunları gerçekleştirmek güçlü üniversitelere sahip olmakla mümkündür.

Bu verilere bakarak yükseköğretimimizin uzun dönemde başarılı olduğunu söylemek mümkün değil. Bunun sorumlusu akademisyenler değildir. Aynı akademisyenler Batı’ya gidince büyük başarılara imza atabiliyorlar. Ancak aynı başarı ülkemizde yakalanamıyorsa sorumluluğu akademi dışında aramak gerekiyor. Bugün gelişmiş ülkelere baktığımız zaman, hemen hemen hiçbiri (Çin, Japonya, Güney Kore hariç) sadece kendi kalifiye insan gücüyle bu noktaya gelmedi. Silikon Vadisi’nde Ar-Ge personeli olarak çalışanların 3’te 2’si yabancı.

Amerika’nın en prestijli üniversitelerinde yüzde 30-40’lara varan yabancı akademisyenler çalışıyor. Buralara gidenler, hem aileleri hem de ülkeleri tarafından büyük emek verilerek yetiştirilen üstün başarılı kişilerdir.

Peki, bu kişiler neden geri dönmemek üzere bu ülkelere gidiyorlar? Çünkü ülkelerinde uzun dönem bir gelecek garantisi göremiyorlar. Türkiye Batılı ülkeler gibi her açıdan, bilim ve teknolojide çekim merkezi olmayı başarmalıdır. Bu da yönetimde liyakat ve sağlam bir hukuk ve demokrasi altyapısıyla mümkündür. Türkiye’nin geleceği kesinlikle Batı ile birlikte planlanmalıdır, alternatifler bizleri her yönden hep geriye götürmüştür.

Ülkemizde ilk Teknokent Yasası 2001’de çıktı ve bugüne kadar 80’in üzerinde teknokent kuruldu. Ayrıca ilk planlamaları 2008’in sonunda başlayan Bilişim Vadisi projesi de 10 yıl gecikmeyle hayata geçmiş oldu. Bütün bu oluşumlara rağmen sonuç budur.

Batılı gelişmiş ülkeler dünyadan genç beyinleri bünyesine çekebilmekte ancak Çin, Japonya ve Kore bunu gerçekleştiremiyor. O zaman bu üç ülke bu noktaya nasıl geldi? Çin, Japonya ve Güney Kore uzun yıllardır Amerika başta olmak üzere Batı’ya sürekli ve düzenli bir şekilde öğrenci göndermiştir ve eğitimlerini tamamladıktan sonra ülkelerine geri dönmesini başarmıştır.

Örneğin, Amerika’daki yıllık yabancı öğrenci sayısının yüzde 44’ünü Çinli öğrenciler oluşturuyor.

ARAŞTIRMA İÇİN ULUSAL EKOSİSTEM GEREKİYOR

● Türkiye, üniversite sayısı açısından öne çıksa da, üniversitelerin akademik birikim açısından dünya sıralamalarında pek de istenen, hayal edilen, hedeflenen yeri alamadığını görüyoruz. Bunu neye bağlıyorsunuz? Üniversitelerimizin dünyada sıralamalarda öne çıkabilmesi için neler yapmak gerekiyor?

Bir ülkenin bilim ve teknolojide nerde olduğunu görebilmenin en basit yolu üniversitelerin dünya sıralamalarındaki durumlarına bakmaktır. Bu sıralamaları yapanlar arasında en bilinir olanları USNews, QS ve THE kuruluşlarıdır. Türkiye’den de URAP bu sıralamaları yapmaktadır. Her bir sıralamanın kriterleri farklı olmakla birlikte genelde birbirleriyle uyum içindedir. Örneğin THE, sıralamada uyguladığı metodolojiyi 5 ana başlıkta toplar:

Eğitim: İtibar araştırması, öğrenci başına düşen akademisyen oranı, lisans sayısının doktora sayısına oranı, akademisyen sayısının doktora sayısına oranı, akademisyen başına gelir.

Araştırma: Akademisyen başına araştırma geliri, akademisyen başına yayın.

Yayınlara Atıf: Alana göre atıf sayısı.

Uluslararası görünüm: Uluslararası öğrenci oranı, uluslararası akademisyen oranı, uluslararası ortak yazarlı yayınlar.

Endüstri Geliri: Endüstriden gelen Ar-Ge geliri.

2012’den 2021’e üniversitelerimizin THE sıralamasına göre kıyaslamasını tabloda görebilirsiniz.

2012 ve 2021’de Dünya Üniversite Sıralamalarında Türkiye’nin Durumu

2012’de Bilkent Üniversitesi 201 ile 225 arasındaydı, bugün 601-800 arasında. Devlet üniversitelerimiz, göz bebeklerimiz; ODTÜ, İTÜ ve Boğaziçi Üniversitesi’ne bakalım. ODTÜ 2012’de 276 - 300 ara

sındaydı, bugün 801 ile 1000 arasında. İTÜ, 276 - 300 arasındaydı, bugün 801 - 1000 arasında. Boğaziçi Üniversitesi 301 - 350 arasındaydı, 601 - 800 arasına geriledi. Birkaç yıl sonra böyle devam ederse ODTÜ, İTÜ ve BÜ ilk 1000’de de olamayabilir. Burada vakıf üniversitelerinin ilk üçte yer almasını da vurgulamak gerekiyor. Amerika’daki ilk 10’daki üniversitelerin de nerdeyse tamamının vakıf üniversiteleri olduğunu hatırlatmak isterim.

Ülkemizde Ar-Ge kültürü halen istenen düzeyde değil. Aslında, TÜBİTAK, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve diğer kamu kurumları ciddi teşvikler veriyor. Dünya Bankası verilerine göre, ülke olarak İstanbul’a denk nüfusu olan Hollanda kadar Ar-Ge bütçesi ayırsak da çıktılar açısından aynı sonucu alamıyoruz. Hollanda bize göre 5 kat daha fazla patent başvurusu yapıyor, ilk 100’e 7 üniversite sokuyor. Bence tek sorun liyakatli yönetici, rektör atanması ve ülkede birbirini destekleyecek bir ekosistemin oluşturulması. Bunlar olmadan istediğiniz kadar bir üniversitenin bütçesini artırın gidilecek en fazla yer belli. Eğitimi iyi yapabiliriz, o tamamen bize bağlı. Araştırma dediğiniz zaman ulusal düzeyde ekosistem gerekiyor. Yoksa biz üniversite olarak dünya çapında mezunlar verebiliyoruz. Bugün yurt dışında başarılarıyla övündüğümüz Türk hocalarımızın çoğu bu sistemde yetişmiş bilim insanlarıdır.

Rektörler atanırken liyakate dikkat edilmeli. Prestijli devlet üniversitesindeki bir akademisyen iyi maaş için bir vakıf üniversitesine geçmez diye düşünüyorum. Bugün devletten vakıflara geçişin en büyük nedeni bulunduğu kurumdaki huzurlu bir akademik ortamın olmayışı veya devlet üniversitelerindeki kadro sıkıntısıdır.

Yeni istihdam alanı açılamıyor üniversiteli ondan işsiz kalıyor

Üniversite mezunlarında işsizlik oranı oldukça yüksek seyrediyor. Bu durumu neye bağlıyorsunuz? Üniversiteler öğrencileri rahatlıkla iş bulacak, iş kuracak birikimle mezun edemiyor mu? Yanlışlık, eksiklik nerede?

Yeni istihdam alanları yaratılamıyor, mevcut şirketler kendilerini büyütemiyor. Pandeminin de etkisiyle işsizlik oranı hızla artıyor. Kendisini iyi yetiştiren gençler maalesef yurt dışında iş arayışlarına başlıyorlar ve çoğu da gidiyor. 2018’de bir bilişim derneğinin açıklaması olmuştu, o yıl 10 bin bilişimci genç yurt dışına çıktı diye. Bu durum her sektör için geçerli. Bölüm seçiminde puanların tuttuğu bölümü seçmesi olayı daha çok devlet üniversiteleri için geçerli. Vakıfl arda puanı sadece burs oranlarını etkiliyor, yani vakıfl arda öğrenci büyük oranda istediği bölümde okuyor. Ayrıca yatay geçiş olanakları son 3 yıldır YÖK tarafından genişletildi. Sorun bu değil bence. Sorun ülkede yeni istihdam olanaklarının yaratılamaması.

Öğretim üyesi yetiştirme projeleri hayata geçemedi

Hükümet, üniversite eğitiminde “fırsat eşitliği” iddiasıyla Türkiye’nin dört bir yanında üniversitelerin kurulmasını sağladı. Ülkemizde 200’ü aşkın üniversite var. Bu sayı Türkiye için fazla mıdır? Her ilde üniversite olması “fırsat eşitliği” yaratmak açısından yeterli şart mıdır? Bu konuda “doğru denge” nasıl kurulabilir? 

Ben şahsen fazla üniversite açılmasına karşı değilim. Üniversite sayısı arttıkça, öğrenci sayımız da arttı ancak aynı oranda öğretim üyesi yetiştirme projelerini hayata geçiremedik. Her yıl ortalama 2.5 milyon öğrenci üniversite sınavına giriyor; 700-800 bini barajı geçemiyor. Geçenlerin içinden sadece iki yıllıklar dahil yaklaşık 650-700 bini örgün eğitim veren üniversitelere yerleşiyor. Yani 1.7 milyon öğrenci açıkta kalıyor. Bunun 200-300 bini belki üniversitede okuyor olmasına rağmen ikinci kez sınava girenlerden oluşuyor. Nerden baksanız yaklaşık 1.5 milyon lise mezunu dışarda kalıyor ki bunların meslekleri yok. Her yıl 1.5 milyon genç işsizler ordusuna bu şekilde katılıyor. Bir kısmı açık öğretime gidebiliyor. Şunu diyenler var, herkes üniversite okumak zorunda değil. Bence herkes en az iki yıllık bir üniversite mezunu olmalı. Gelecek çok hızlı geliyor. Yapay zekalı robotlarla insanların birlikte çalışacağı bir dönemde herkesin iyi eğitimli olması gerekiyor. ABD’nin iki dönem önceki başkanı Obama, son döneminde her Amerikalı üniversite okumalı projesi ortaya atmıştı, hatta 2 yıllıkların ücretini devlet karşılasın demişti. Bu proje şimdi Biden ile birlikte yavaş yavaş hayata geçiyor. Bizim ülkemizde ara eleman sorunu var, liselerimizde ara eleman yetiştirmede yetersiz kalıyoruz. “Her Türk vatandaşı geleceğimiz için üniversite okumalı” diyorum. Buna paralel olarak da öğretim üyesi yetiştirme programları çoğalmalı. Ayrıca, başka ülkelerden nasıl Batı kaliteli öğretim üyesi çekiyor ise biz de çekebilmeliyiz.

Bölüm tercihlerinde ana disiplinden şaşmamak gerek

Sizin öğrencilik, akademisyenliğe ilk başladığınız yıllara göre öğrenci yapısında, yaklaşımında nasıl bir değişim yaşandı? Öğrencilerin bölüm tercihleri, eğitime, öğrenime ilgileri nasıl bir değişim yaşadı? Öğrencilerin başarı oranlarında daha iyiye doğru bir gidiş var mı?

Benim öğrencilik yıllarımla bugünü kıyaslamak doğru değil. Bazen bunu aileler çocuklarına yapıyor. “Bak ben ne koşullarda okudum, sana sunulan olanakların hiçbiri bende yoktu” gibi söylemlerle güya çocuklarını motive etmeye çalışıyorlar. Dünya çok değişti. Bilim ve teknolojide ne olduysa son 10 yılda oldu. Bilim ve teknoloji anlamında 2010’dan önceyi konuşmak M.Ö.’yi konuşmak demek; bu gerçekten böyle. Bugün konuştuğumuz, yapay zeka, gezegenlere seyahat, büyük veri, uçan otomobiller, 3D yazıcılar, nesnelerin interneti, topraksız tarım, unicorn şirketler gibi konular 10 yıl önce konuşulmuyordu. 10 yıl önce en büyük şirketler 50- 100 yıllık enerji şirketleriydi, şimdi ise ilk 10’da bir tane enerji şirketi yok. Ne var? Bilişim, iletişim, teknoloji, e-ticaret, finans, yapay zeka gibi alanlardaki şirketler var. En eskisi 10 yıllık geçmişe sahip olan unicorn şirketler 100 yıllık en büyük kurumsal enerji şirketlerini geride bırakarak değerlerini sürekli katlamaktalar. 2010’dan bu güne kadar kurulmuş olan 746 unicorn şirket arasında Türkiye’den sadece Getir ve Dream Games şirketleri listede yer alıyor. Pandemi öncesi, 2019’da 125 unicorn kurulurken pandemi yılı 2020’de 125 unicorn şirketi kuruldu, yani pandemide de üreten üretmeye devam etti. Bu yılın ilk 6 ayında kurulun unicorn sayısı 245, resmen unicornlar uçuşa geçti. Tüm dünyada bu şirketleri kuranların yaş ortalamaları 30 civarındadır. 30’lu yaşlarda bir gencin bir unicorn şirkete sahip olabilmesi, 5-10 yıl önceden 20’li yaşlarda, diğer bir deyişle üniversite yıllarında girişimci ve yenilikçi fikirlere sahip olması ile mümkündür. Geleceğin mesleği diye bir şey yok, geleceğin konuları var, geleceğin meseleleri var. 10 yıl, 20 yıl önce geleceğin mesleği diye sıraladığımız mesleklerin belki birçoğu bugün yok. Bugün de eğer geleceğin meslekleri şunlardır dersek, 5-10 yıl sonra onlar da yok olabilir. O nedenle bölüm tercihlerinde benin önerim ana disiplinlerdeki bölümleri tercih etsinler.

Üniversiteleri rektörler yarıştırır

Vakıf üniversitelerinin sayısının artması, devlet üniversitelerindeki akademisyen, öğretim üyesi kadrosunu nasıl etkiledi? Devlet üniversitelerinde “akademisyen kadrosu güçsüzlüğü” gibi bir etkisi oldu mu? Vakıf üniversitelerindeki akademisyenler ile devlet üniversitelerindeki kadroların gelirleri karşılaştırılınca nasıl bir tablo ortaya çıkıyor? Ortaya çıkan tablo, “akademisyen kadrosu” açısından devlet üniversitelerini zayıflatıyor mu?

Vakıf üniversitelerinin çoğalmasıyla 10 yıl öncesine kadar aslında bir rekabet havası oluşmuştu. Bu durum şimdi tekrar bozuldu. Üniversiteleri yarıştıracak olan rektörlerdir. Rektörler atanırken liyakate dikkat edilmeli. Son yıllardaki atamalar çok tartışılmaya başlandı ve sonucunu da görüyoruz. Prestijli devlet üniversitesindeki bir akademisyen iyi maaş için bir vakıf üniversitesine geçmez diye düşünüyorum. Bugün devletten vakıfl ara geçişin en büyük nedeni bulunduğu kurumdaki huzurlu bir akademik ortamın olmayışı veya devlet üniversitelerindeki kadro sıkıntısıdır. Vakıf üniversiteleri daha çok yurt dışından Türkiye’ye dönüşü hızlandırdı. Ayrıca yabancı uyruklu hocalar da gelmeye başlamıştı ancak son yıllarda Türkiye’nin Batı’dan ve Amerika’dan uzaklaşma politikası ile birlikte dönüşler de yavaşladı. Son bir yıldır hükümet tekrar Amerika ve Batı ile ilişkilerini düzeltme yoluna girdi, bu yol doğru bir yoldur. Devletten vakıfa geçişle, devlet üniversitelerinin zayıfl aması söz konusu olamaz çünkü halen akademisyenlerin büyük çoğunluğu devlet üniversitelerinde çalışıyor. 2021 itibariyle toplam akademisyenin yaklaşık yüzde 85’i, toplam öğretim üyesinin (Profesör, Doçent ve Dr. Öğretim Üyesi) yüzde 82’si halen devlet üniversitelerinde görev yapmaktalar.

Ezberci içeriğin yarısı mezun olunca unutulur

Dijitalleşme, nesnelerin interneti, yapay zeka hayatımıza girdikçe bugün çok önemli olan mesleklerin ortadan kalkacağı kanısı hakim. Üniversiteler bu değişime ayak uydurabiliyor mu? Önümüzdeki dönemde öne çıkacak meslekler için eğitim altyapısı yeterli mi? Bu konuda neler yapılması gerekiyor?

Bugünkü mesleklerin yarısı gelecek 10 yılda yok olacak. Hatta eğer sadece öğrenciye ezberci bir sistemle içerik aktarıyorsak, mezun olunca verdiğimiz içeriğin bilgi kısmının yarısı güncelliğini kaybedecek. O nedenle vereceğimiz eğitim sisteminde bilginin ezberi değil, kullanımını ve bilgiye erişimi, kendi kendini yenilemeyi öğretmeliyiz. Çünkü bugünün mezunlarının her 4-5 yılda bir kendini yenilemesi gerekecek. Mezuniyet belgesini bir depo benzin olarak düşünelim, bu benzin 4-5 yılda bitecek, yeni benzinler almamız gerekecek. O nedenle bugünkü olay yetkinlik geliştirmedir. Bu bağlamda Dünya Ekonomik Forumu bu yılın başında, 2025 sonrası mezunlarda sektörün arayacağı yetkinlikleri şu şekilde sıralamıştır:

● Analitik düşünme ve yenilikçilik,

● Aktif öğrenme ve öğrenme stratejileri,

● Karmaşık problem çözme,

● Eleştirel düşünme ve analiz,

● Yaratıcılık, özgünlük ve inisiyatif alma,

● Liderlik ve sosyal etki,

● Teknoloji kullanımı, takibi ve kontrolü,

● Teknoloji tasarımı ve programlama,

● Direnç, stresle baş etme ve esneklik,

● Muhakeme, problem çözme, kavrama.

Bizim bu yetkinlikleri geliştirmemiz lazım, bu yetkinliklerin gelişimi ancak ders işleyiş biçimimizin buna uygunluğu ile mümkün. Yoksa bu 10 maddeyi ezberleyerek olmaz.

Ters yüz öğrenme

MEF Üniversitesini kurarken ve sonrasında farklı eğitim modellerine yöneldiniz. Bize o modelleri açar mısınız? Mevcut modellerle arada hangi farklar var? Sizin MEF’te gündeme getirdiğiniz modellerin öğrencilere ne tür katkıları oldu? Öğrencileri üniversite sonrası iş, çalışma hayatına daha mı hazır hale getiriyor sizin devreye aldığınız model?

2014 yılında ilk öğrencilerini alan MEF Üniversitesi tamamen aktif öğrenme temelli “fl ipped learning (ters yüz öğrenme) eğitim öğretim modeli ile kuruldu. Nedir bu model? Öğrenci, akademisyenin hazırladığı 10-15 dakikalık özet ders videosunu derse gelmeden önce izler. Sonra, sınıfta oluşturulan 3-5 kişilik gruplarla dersin içeriği tartışılır. Akademisyen bu esnada sınıfta yönlendirici olarak yer alır. Dersin ikinci yarısında ise öğrenci gruplarından dersin konusuna uygun güncel bir problemin çözümü istenir. Böylece bilginin ezber olmasının önüne geçilir, bilgi kullanılarak özümsenir, içselleştirilir. Akademisyen tahtaya geçip ders anlatmaz, dersi öğrenciler işler, akademisyen öğrencileri yönlendirir. 2015’ten sonra, bu modeli destekleyen, adaptive learning (uyarlanabilir öğrenme) uyumlu ve yapay zeka destekli dijital ders kitapları oluşmaya başladı. Üniversite olarak 2016’dan bu yana dünyanın en iyi üniversitelerinin kullandığı bu platformları da kullanmaya başladık. Bu platformları halen Türkiye’de kurumsal olarak kullanan tek üniversiteyiz. 2019 yılından bu yana da Harvard ve MIT’nin kurduğu edX ile Stanford’tan iki profesörün kurduğu Coursera gibi kitlesel eğitim platformlarını ders programlarımıza entegre ettik. MEF öğrencilerinin bu platformlardan aldıkları dersleri kredilendiriyoruz ve bunu zorunlu hale getirdik. Yani her öğrencimiz, öğrenimi süresince en az 2 dersini bu platformlardan almak zorunda. Bu yılın başında öğrencilerimizin profesyonel gelişimlerine destek olmak için tüm öğrencilerimizin Linkedln Learning platformuna sınırsız erişimini sağlamak üzere kullanım hakkı satın aldık. Ayrıca edX’den de öğrencilerimiz için 700’ün üzerinde sertifika satın aldık. Mezunlar, diplomalarının yanında bu platformlardan en az 20 uluslararası geçerliliği olan sertifika almak zorunda. Bütün bunlara ilave olarak son 2 yıldır hukuk programımız dışında final sınavları kaldırdık, tamamen proje/ürün odaklı bir ölçme değerlendirme sistemine geçtik. Bu yıl, tüm programlarımız için uygun “Yapay Zeka & Veri Bilimi” ile “Girişimcilik” programlarını başlatıyoruz. Bu yıl 4 yıllık bir profesyonel gelişim programımızı hayata geçireceğiz. Bu yenilikçi sistemlerle eğitim alan ilk mezunlarımızı 3 yıl önce verdik ve ilk 3-5 ayda işe giriş oranı yüzde 94 olarak gerçekleşmişti. Geçen yıl mezunlarımızın yüzde 64’ü ilk 2 ayda işe yerleştiler.

Aydın Doğan Vakfı'ndan açıklama: Kağıt üzerinde kalmıştı Finansal okuryazarlığınızı ücretsiz eğitimlerle geliştirin! Hangi banka ne kadar faizsiz kredi veriyor? İşte liste... Merkezi yönetim brüt borç stoku 8,3 trilyon lira oldu İmamoğlu'dan Beyoğlu tepkisi Asgari ücret, memur ve emekli maaş zam tahminini açıkladı