Düşük büyüme, düşük faiz ve korumacı bir dönem yaşanacak

Dünyanın önemli bankaları ve ünlü ekonomist Nouriel Roubini’nin şirketinin baş ekonomistliğini yapan, Türkiye’ye döndükten sonra da teknoloji girişimlerine yatırım yapan girişimci Mert Yıldız DÜNYA’nın sorularını yanıtladı. Mehmet Kaya'nın ropörtajı...

Mehmet KAYA

Dünyanın önemli bankaları ve ünlü ekonomist Nouriel Roubini’nin şirketinin baş ekonomistliğini yapan, Türkiye’ye döndükten sonra da teknoloji girişimlerine yatırım yapan girişimci Mert Yıldız, küresel ekonominin “yeni normallere” göre şekillenmeye başladığını, sağlanacak fayda kalmadığı için de küreselleşmenin durma eğilimine girdiğini belirtti. Mert Yıldız, Türkiye’nin ekonomisinin de hazla dönüştürülmesi ve sorunlu bir döneme hazırlanması gerektiğini belirtti. Mert Yıldız, Türkiye’ye dönüşünde “24 Saatte İş” adında bir teknoloji şirketine yatırım yaptı. Bu şirket akıllı yazılımla firmaların aradığı en uygun kişiyi eşleştiriyor. yirmidortsaatteis.com portalı üzerinde çalışıyor. Mert Yıldız, küresel ekonomi ve Türkiye’ye yönelik DÜNYA’nın sorularını yanıtladı.

Küresel krizin özellikle gelişmekte olan ülkeleri etkileyecek yeni bir safhasının başladığı yorumları yapılıyor. Gerçekten de Türkiye’nin de dahil olduğu bu ülkeler zorlanmaya başladı..

Dünya yeni bir normale girdi. Yeni normalde artık, düşük bir büyüme, düşük enflasyon, yükselen siyasi volatilite ve düşük faiz var. Yeni normalin tanımı bu denebilir.

Bu da önümüzdeki 5-10 senenin teması olacak.. O nedenle küresel krizde yeni aşama vb. söylemlere katılmıyorum.

“Tek kutuplu dünya çöktü, artık herkes ‘ben patronum’ diyor!

Siyasi dalgalanmadan kastınız nedir?

Baktığımızda Dünya siyasi gelişmelerin ekonomilerine yansımasını görüyoruz. Siyasi gelişmeler nedir. Artık dünya tek veya iki kutuplu bir dünya değil. Sovyetler döneminde iki kutuplu dünyaydı. Sonrasında tek kutuplu dünya geldi. Sonra 2008’de tek kutuplu dünya da çöktü ABD finansal kriziyle.

Artık herkes ‘ben patronum, bana laf dinletemezsin’ diyor. Bu siyasi gelişme, trend kendi ekonomisini de birlikte getiriyor. Bu ekonomi de yeni normal dediğimiz olay. Daha düşük büyüme çünkü küreselleşme rüzgarı tek kutuplu dünyada geldi. O rüzgar sona erdi, herkes kendisi için çalışıyor, bu da korumacılığı getiriyor. Korumacılık kendi kaynaklarınızla büyümek demek. Kendi kaynaklarınızla büyümeye çalıştığınızda daha düşük büyümeyle sonuçlanıyor. Enflasyon ve faizi de yapay olarak düşük tutmaya çalışıyorsunuz.

Gelecek 5-10 sene de devam edecek gibi. Olayın kaynağı siyasetten geliyor. Çok kutuplu dünyanın kısa bir zamanda değişeceğini sanmıyorum.

“Küreselleşme zenginlere daha fazla fayda sağlamadığı için sonuna gelindi”

Küreselleşmenin sona ermesinin nedeni, küreselleşmeden en fazla nemalanan kitle şirketler, zengin zümre. Bu kitle için fayda sağlamayı bıraktı küreselleşme. Neden derseniz, şöyle düşününü: Küreselleşmeden kasıt, gelişmiş ülkelere yarayan bir şey. Gelişmiş ülkelerde de yüzde 1’lere yarayan bir şey oldu. Orta sınıfa zarar veren, en üsttekilere yaradı. Kendi şirketleri var ya da yatırımcılar. Kendi şirketleri küreselleşme ile yeni dünyaya açıldılar. Çin, Hindistan, Türkiye, Endonezya.. Gelişmekte olan ülkeye ürün gönderebilir hale geldiler küreselleşmeyle birlikte.

İkincisi işgücü ucuzladı. Eskiden ABD, Almanya’da olan üretimi, Türkiye, Macaristan’da yapmaya başladınız. Karlılık da oradan arttı. O yüzden en zengin yüzde 1’e yaradı. Öbür taraftan da yüzde 1 içinde yatırımcıysanız, Borsa İstanbul’daki ya da Jakarta’daki hisse piyasasanı girebildiniz. Her yatırımın bir kar süresi var, return süresi var. Küreselleşmede return süresi sonuna geldik, şirketlerin artık daha fazla küreslleşecek durumu kalmadı.

Küreselleşmeyle ilgili artık geniş anlamda da gidecek yer kalmadı. Bütün ülkeler çok benzer bir ekonomik modelle çalışıyor ve bu da IMF’nin modeli. Kötü model demiyorum ama tek bir model. Herkes aynı modelle çalışıyor. Bütün dünya küreselleşti, sermaye harekete kontrolü uygulayan ülke kalmadı ki dünyada. Arjantin bir ara denedi ama üç aşağı beş yukarı bütün ülkelerde finansal sınırlar silindi. Herkes aynı modelle çalışıyor ve küreselleşmede gidilecek yer kalmadığı için fayda süresi bence sona erdi.

Tam tersine bir trend var onun adı da korumacılık. Finansal bariyerler tekrar çiziliyor. Brexit’te, Trump’ın korumacı politikalarından bu eğilimi görüyorsunuz. Yeni trendler ilk önce gelişmiş ülkelerden başlar, sonra gelişmekte olanlara gelir. Bizim gibi ülkeler de bu eğilimden nasibini alacak gibi duruyor. Kısa vadede korumacı politikalar artarak devam edecek ve herkes kendisi için savaşmak zorunda. Bu da bizim gibi sermaye açığı olan ülkeler için zor bir dönem geliyor demek.

Türkiye ile C kategori start-up aynı kredi riskinde!

-Bizim gibi ülkeler için doğacak zorluğu anlatır mısınız?

Finansal sınırları çizdiğinizde, bir anda ABD’den, Londra’dan kredi alamayacağınız anlamına gelir. Ülke olarak da tasarrufunuz küçük. Bu da daha düşük büyüme anlamına gelir.

Ellerinde büyük fonlar bulunanlar da alternatif yatırımlara yöneliyorlar. ABD’deki C serisi start-up ile Türkiye’nin kredi riski aynı. O da kendi ülkesindeki start-uplara yatırım yapıyor. Büyük fonların artık biraz daha alternatif yatırım dediğimiz riski daha yüksek yatırımlara yöneldiğini görüyoruz.

- Ama küresel finansal piyasalar çok şişti, çok kaynak var, sadece start-up’lar bu kadar fonu çekemez?

Elbette mevcut hacmi emecek kadar bir alternatif yatırım alanı yok. Bu fonlar zaten biraz bu süreçte şiştiler, şimdi o kağıtları ellerinden çıkarmak zorundalar.

FED daha önce kötü kağıtları almıştı. Şimdi ufak ufak onları piyasaya satmaya başlamıştı. O satışı durdurdu. Faiz indirimleri bunun öncüsü gibi görülebilir.

“Tasarruf düşük çünkü katma değerli üretim düşük, olan karı da çünkü patronlar cebe atıyor”

- Türkiye’ye olumsuz etkilerden söz ediyorduk. Türkiye de korumacı eğilime katılamaz mı?

Bizim korumacılık yapacak lüksümüz yok çünkü içeride kaynağımız (tasarrufumuz) yok. Biz içerde kaynak yaratmaya çalışmamız enflasyonist politikaların geri gelmesi demek, son birkaç yıldır bunu yaşadık.

Kaynak yaratma konusunda uzun vadeli politika tasarlanmalı. İç kaynak yaratmak, tasarrufları artırmak düğmeye basınca olacak bir şey değil. Tasarruf neden düşük ona bakmak lazım.

Bunun en önemli nedeni katma değerli üretim olmaması. Neden bu tasarrufu düşürüyor. Katma değerli ürün yapacaksınız ki daha yüksek fiyattan satın, karlılığınız artsın, o karlılığı çalışanlara dağıtın. Bu mekanizmanın her bölümü kırık. Üretim yapamıyoruz, üretimi yapıp yüksek kar elde etsek patron cebine indiriyor, maaşları artırmıyor.

- Türkiye’nin yüzde 70’i asgari ücretin yüzde 10 fazlası bandında maaş alıyor

Türkiye’de baktığınızda yüzde 50 nüfus asgari ücretle çalışıyor. Yüzde 70’i de asgari ücretin yüzde 10 fazlası bandında çalışıyor. Biz hiçbir zaman katma değeri, değeri üretene geri paslamıyoruz. Kültürümüzde yok. Paslasak bu kez hane halkının eline geçti mi harcıyor. Orada da tasarruf kültürü yok.

Kamu destekli tasarruf da bizde çok fazla değiştiği için tutarlı hale bürünemedi. Ne demek istiyorum. Bireysel emeklilik sistemi. Devlet katkı payıyla geldi, çok iyi gidiyordu, zorunlu kılıyorum dedi. Arada bir değişiklik olunca insanların o politikaya olan güveni düşer. Bizde maalesef kamu destekli tasarrufta sıkıntı yaşadık.

Üç tasarruftan söz edebiliriz. Şirketler kesimi tasarrufu. Şirketler para kazanıyor. Hane halkı tasarrufunda daha iyi olabilir. En sonunda kamu var. Kamunun tasarrufu kötü değil, bütçe açığımız yüzde 2-3. Ama biz bütçe fazlası veren bir ülke olabilirdik. Gerek yerel, gerek merkezi yönütemin tasarrufu olması gerekenden düşük. Har vurup harman savurduk, o da ucuz paraya erişimden kaynaklandı.

- Ama, bütçe fazlası vermemiz gerekir mi zaten?

Tasarruf açığı olan bir ülkede kamunun bütçe tasarrufu vermesi kötü bir şey değil. Evet, Hazine hiçbir zaman borçlanmada sıkıntı yaşamadı, bütçe fazlası gerekli değil ama olsa iyi bir şey. Çünkü (geçmişte) bütçe açığı o kadar düşüktü ki, bir tık zorlamayla fazla verebilirdi. Elbette o fazlanın Hazine’de kalmaması lazım, ekonomiye kazandırılması lazım. Biz maalesef kamu tarafında da verimli harcama yapamıyoruz.

Türkiye’nin çözmesi gereken ilk sorun demokrasi

- Yeni normale uyum için hep söylendiği gibi yapısal reformlar yapılması gerekecek o zaman..

Yapısal reform da o kadar sakız oldu ki, nedir bu yapısal reformlar.. Elbette Türkiye’nin çözmesi gereken ilk sorun ekonomi tarafında değil. Demokrasi ve hukuk tarafında. Onu çözünce diğer taraftakiler kendi kendine çözülmeye başlayacak.

Demokrasi, hukuk tek başına değil elbette. Hukuku, demokrasiyi kurtarsanız da kurumları kurtarmadan bir şey yapmanız çok zor. Kurumların bir kere eski liyakat usulüne dönmesi gerekiyor. Bunun içine Merkez, Hazine vs. var.

Case by case ekonomi politikaları en kötü kaynak kullanımı

Bunların dışında da Türkiye’nin artık biraz daha vizyoner, biraz daha geleceğe dönük ekonomi politikaları tasarlaması lazım. Politika tasarlamak konusunda bile IMF sonrasında bir adım öteye gidemedik. Çok case by case politika tasarlıyoruz. Son iki yıldır bu iyice zıvanadan çıktı. Eskiden en azından teşvik vs. uğraşıyorduk artık değil sektör sektör, şirket şirket ekonomi politikası tasarlıyoruz. Bu da doğru değil. Bir şirkete yarayacak ekonomi politikası tasarlanıyor. Bu kaynakların çok kötü kullanımıdır. Bakanlıktaki arkadaşlar tek bir şirket için çalışıyor. Sonra bakıyorsunuz öbür şirketin işine yaramıyor, bir taraf da onu mutlu etmek için bir başka politika tasarlanıyor.

Dünya çok hızlı değişiyor, eskisi gibi 10 yıllık plan yaptım diyemezsiniz. Sadece bir yapıyı oturtursunuz ama bu kadar şirket bazlı ekonomi politikası tasarlamak da yanlış.

Yeni teşvik sisteminin ithal ikame, hammaddenin yerlileşmesi gibi kritik hedefleri var ama?

Sırf hammadde ithalatı değil, Türkiye’nin ithalat kompozisyonuna baktığınız zaman doğru politikalarla hızla düşürülebilecek bir ithalat kompozisyonumuz var. Mesela enerji.. Dünyanın en pahalı enerjisini tüketiyoruz, baktığınız zaman ithalatımız da ucuz değil. Kuzey, güney, doğu nereye baksanız enerji üreten firmalar etrafımızda. Daha ucuz olmalı. Kaldı ki enerji değişti. Yenilenebilir enerji gelip geçici trend değil. Gerçekten yanlış adım attık. Rüzgar enerjisi devlet garantisiyle yapıldı, şimdi hepsi zorlanıyor. Türkiye enerji sektörüne baktığınız zaman Türkiye’nin mali dengesi üzerindeki en büyük risklerden biri..

İnşaatta sistemik bir risk var ama o risk kamu üzerinde risk değil. Enerji sektöründe verilen garantilerden dolayı kamunun gerçekten riski var.

Aşırı sübvansiyon ahlaki çöküşe sebebiyet verir

Bizde sadece ekonomi politikaları değil, halkımızda bile çok devletçi bir yapınız var. Ekonomi politikalarında devletçilik bence uygun değil. Mesela yenilenebilir enerjide özel sektöre şöyle denebilir: Burada bir eğilim görüyorsan git elini taşın altına koy yatırımını yap..

Bizde ise ‘elini taşın altına koymana gerek yok, ben sana garanti veriyorum’ diyoruz. Bunu yaptığınızda mutlaka ahlaki çöküşe sebebiyet verir. İşadamlarını bu kadar sübvanse ederseniz o iş olmaz. Özel sektörün var oluşunun nedeni o risk iştahıdır. O iştahı ortadan kaldırırsanız çalışmaz. Piyasa ekonomisine inanıyorsanız, varil petrolün 150 dolar olduğu dönemde teşvik verdik. Zaten 150 dolar varil ortamda piyasa sizi yenilenebilir enerjiye yönlendirir zaten. Elle seçilmiş insanlara şirketlere teşvik politikasına devam ettikçe işe yaramayacağını düşünüyorum.

Ben kriz olacak diyenlere inanmam, çünkü piyasa mekanizması var

-Diğer yandan şu bir gerçek ki Türkiye ekonomisi dayanıklılığını ispatladı?

Türkiye’nin ekonomik sorunları çözülemez değil. Türkiye’nin iki büyük avantajı var. Bizim büyümede alt sınırımız belli. Büyüme bunun altına düşmez diyebiliyorsunuz. Kriz?... Ben kriz olacak diyenlere inanmam. Bu ülke bir krize karşı daha dayanıklı. Çünkü piyasa mekanizması var. Zaten en büyük risklerden biri bu. Şu anda piyasa mekanizmasını sallamaya başladık. Genel olarak bakınca çalışan piyasa mekanizması var: Fiyatlar piyasada belirleniyor.

Dolayısıyla iyi kötü piyasa mekanizması var. Hala ülkeye olan ilgi var, demografi, jeostrateji, büyüme.. Bu bizim alt sınırımızı belirliyor. Çok yüksek eksi büyümeler geride kaldı bence. Elbette çok büyük siyasi değişiklik olmazsa.

Bizim üst sınırımıza bakmamız lazım. Nereye gidebiliriz?.. Mevcut politikalar o sınırı aşağı çekiyor.

“Güçlü liderlik dönemlerinden sonra hep sıkıntılı döneme girilir” diye bir açıklamanız var, bu gözlem mi literatür mü?

Benim gözlemim. Bizim devletçi yapımızdan ötürü liderperestlik, lidere tapmak çok var. Devletin bir lideri olur! Çünkü, böyle bir anlayıştayız. Bu liderperestlikten dolayı da kurumsallaşmada ileri gidemiyoruz. Lider hiçbir zaman kendisinden sonrasını hazırlamak istemez. Böyle bir hazırlık yapılsa zaten kurumsallaşma da budur. Kendinizden sonra o mekanizmanın doğru işleyebilmesidir. Kurumsallaşmada ileri gidemeyince de o lider çekildiğinde yeni liderler kim diye aranmaya başlıyoruz, içimizde kapışma başlıyor. O kapışma da kaosla sonuçlanıyor. İstikrardan uzaklaşınca insanlar birbirine güvenemez hale geliyor. Güven olmayınca da kurumsallaşma olmuyor.

İngiltere’de bir üniversitede araştırma yapıyorlar. Konu yalan söylemek üzerine. Adaylara telefonla soru soruyorlar ve yüzde 100 yanıtlarsanız ödül var deniyor. İnsanların elinde internet var ve yarışma telefonla. Sorular da çok detaylı, yani kimsenin yüzde 100 doğru yanıtlaması mümkün değil, mutlaka internete bakmak yani hile yapmak lazım. Araştırmanın amacı da zaten kaç hile yapılacağını bulmak. Beklendiği gibi her ülkede hile yapan, yalan söyleyen çıkıyor ama Türkiye en fazla bu şekilde yalan söylenen ülke oluyor araştırmada.

Böyle bir ortamda güven olmaz. Güvenin ekonomi literatüründeki ismi Toplumsal Sermaye.. Toplumsal sermayede her türlü sermayede en sonlardayız.

Doğal gaza ekimde zam gelecek mi? BOTAŞ'tan açıklama Mert Başaran’dan finansal özgürlük yolunda altın ipuçları Rahmi Koç 20 yıl sonra itiraf etti: 5 işe yatırım yaptık, 4'ü battı Araç muayenesinde ek komisyona mahkemeden emsal karar! Paralar iade edilecek Ev sahibi ve kiracı soluğu arabulucuda aldı, maaşa göre zamda anlaştı Bakanlık harekete geçti... Açık büfelere inceleme: Gıda israfı önlenecek