Alper Kanca: İnsan, samimi ve hakiki olmalı

İş yaşamında başarıyı getirecek küçük nüansları paylaşan Alper Kanca, marka algısını tetikleyen iki A4 kağıdının kendilerini nasıl Avrupa’nın en büyük mengene üreticisi yaptığını da anlattı.

Haber Merkezi |

“Bir müteşebbisin oğlu olarak hayat benim için küçük yaşta başladı. Çalışma disiplinini ve sorumluluklarımı öğrendim” diyen Kanca Dövme Çelik ve El Aletleri Yönetim Kurulu Başkanı Alper Kanca var bu hafta sayfamızda. İş yaşamında başarıyı getirecek küçük nüansları DÜNYA+ okurlarıyla paylaşan Kanca, marka algısını tetikleyen iki A4 kağıdının kendilerini nasıl Avrupa’nın en büyük mengene üreticisi yaptığını da anlatıyor.

● Kendinizden ve iş hayatınızdan kısaca bahsedebilir misiniz?

1963 yılında Trabzon/Sürmene’nin köyünde doğdum. Babam o köyün az sayıdaki okumuşundan biriydi. Sürmene’de fındık ticareti ile uğraşıyordu. Aynı zamanda Tekel başbayisiydi. Sonra orası ona yetmedi. Ben üç yaşındayken İstanbul’a göç etmiş. Babam burada el aletleri imalatına başlamış. Türkiye’de hiçbir şeyin üretilmediği o yıllarda çok zor şartlarda imalatçılık yaptı. Biz de hep onun arkasında bunları izleyerek büyüdük. Babam eğitimimize çok önem verdi ama aynı zamanda bütün öğrencilik hayatımızda çalıştık. Okuduğum kolejde yazları çalışan tek çocuktum, arkadaşlarım hep yazlığa giderdi.

Üniversite sınavında İTÜ işletme mühendisliğini kazandım fakat 12 Eylül olunca babam beni yurt dışına gönderdi. Viyana’da işletme okudum. Yüksek lisans yaptım. Doktora derslerimi verdikten sonra babamın ısrarı ile Türkiye’ye dönmeye karar verdim. 1991 yılında aile şirketimizde çalışma hayatına başladım. Satın almada uzman olarak çalıştım. Sırasıyla şef, müdür oldum. Sonra satış, finansman derken aile şirketimizde genel müdür yardımcısı oldum. 2004’te bugünkü bulunduğumuz OSB’ye taşındık. 2007’de babam vefat edince şirketin genel müdürlüğünü üstlendim. Ondan sonra babamın görev yaptığı STK’larda seçimle görev aldım. TAYSAD’da 14 yıl görev yaptım. En son başkan olarak ayrıldım. TOSB’da başkan vekiliyim. TOBB Otomotiv Tedarik Sanayi Meclis Başkanıyım. Avrupa’da Euroforge isimli meslek konfederasyonunun da dört yıldır başkanlığını yapıyorum.

“SÖZLEŞME ZATEN NAMUSLU İNSANLA YAPILIR”

● İş hayatına babanızın yanında atıldınız. Kendisinden aldığınız ilk ders neydi?

Bir müteşebbisin oğlu olarak hayat benim için küçük yaşta başladı. Çalışma disiplinini ve sorumluluklarımı öğrendim. Ufak tefek de olsa işler verdiler. Bunların ne kadar kıymetli olduğunu iş hayatına başlayınca anladım.

Çok şey öğrendim babamdan. Bir örnek anlatayım. Satın almadaydım. Bir gün tedarikçi arıyordum. Aradığımı bulmuştum. Babama gidip “Çok iyi bir tedarikçi buldum, şu şu özellikleri var” dedim. Ondan sonra da ekledim: “Çok güvenilir bir adam. Sözleşme yapmaya gerek yok, adamı tedirgin etmeyelim.” Babam bana “Oğlum zaten sözleşme namuslu adamla yapılır. Dürüst olmayan bir insanla zaten herhangi bir iş ilişkisine girme” dedi. Hayatım boyunca unutmayacağım bir ders oldu bu. Oysa ben şöyle sanıyordum, “Üniversitede hukuk dersleri aldım, hukukla aram da çok iyi, tedarikçileri sözleşmeyle öyle bir bağlarım ki hiçbir sorun çıkmaz.”

Babam ‘gel otur şuraya sana şunları anlatayım’ diyecek vakte sahip değildi. O icraat yapıyor, ben de onu izliyordum. Dolayısıyla şunu öğrendim, iş hayatında birisinin size sürekli ve madde madde okuldaki gibi bir şey anlatması mümkün değilmiş. Etrafınızda dönen işlemleri sizin anlamanız gerekiyormuş. Herkes aslında kendi kabını kendisi dolduruyormuş. Bunu gördüm.

HERKESİN KENDİNE AİT İŞ YAPMA BİÇİMİ VAR

Farklı milletlerden bambaşka kültürlerden insanlarla ve firmalarla çalışıyorsunuz. Bu, karşılıklı bir etkileşim ve aynı zamanda öğrenme süreci bir bakıma. Bu süreci başarılı yönetmek adına aldığınız dersler ya da çıkarımlarınız neler?

Almanya’da Volkswagen gibi dünyanın en büyük otomotiv firmasıyla çalışmaya başlayacağımız dönemde, İran’ın en büyük otomotiv şirketinden sipariş almak üzereydik. İki farklı kültür. Yani Volkswagen’in merkezi Wolfsburg’da bir toplantıya 15 dakika önce gitseniz geç kalmış sayılabilirsiniz, İran’da bir toplantıya ise zamanında giderseniz 2 saat genel müdürü bekleyebilirsiniz.

Herkesin kendisine ait bir iş yapma biçimi olduğunu kabullendikten sonra, başarının insanların sizin hakiki olduğunuzu anlamalarından geçtiğini düşünüyorum. Şöyle bir olay anlatayım: İran’da milli gelirin yüzde 1,5-2’sini sağlayan İran Khodro isminde devasa bir şirket var. Bütün araçların yüzde 50’sini yapıyor neredeyse. Olay 2000’lerin başında geçiyor. Türkiye’den gelen, ama Avrupa otomotiv sektörünü de bilen birisi olduğum için şirketin CEO’su ve yardımcıları beni özellikle dinlemek istiyorlardı. Tam da o günlerde Volkswagen’dan 5 yıl boyunca geçerli bir sipariş almıştık. Bunu anlattım. İran için inanılmaz bir durumdu, çünkü İran’da fiyatlar haftalık, aylık, 3 aylık yani sürekli değişiyordu. “5 yıl nasıl anlaştın müşteri ile fiyatını nasıl yapacaksın, kendini nasıl garantiye alacaksın?” dediler.

O an anladım ki İranlı ev sahiplerim sorularında haklı. 5 yıllık bir fiyat bağlamıştık. Toplantıdaki bir sürü insan merakla cevabımı bekliyordu. Bir yandan cevabı düşünüyordum. Dedim ki “Birinci yıl için zaten öngörümüz vardı, artı eksi bir marj, enfl asyon şöyle olur, döviz artışı şöyle olur.” “Tamam, makul. Peki, ikinci yıl?” Düşünmeye devam ediyordum. “2. yıl için de forward yapmayı düşünüyoruz, kuru sabitleyeceğiz, böylece hammaddeyi sabit fiyattan alacağız.” İkinci yılı da atlattım ama konuyu değiştirseler diye sağa sola bakıyordum. Başkan sordu. “Peki, 3. yıl nasıl?” Konuşmamız İngilizce gerçekleşiyordu ama bu soru karşısında benim ağzımdan gayri ihtiyari Türkçe “Allah kerim” sözü çıktı. Bu iki kelimeyi onlar da anlamıştı. Bir anda o resmi toplantı salonundaki herkes kahkahayı patlattı. Abartmadan, kibirlenmeden, samimiyetle anlatınca herkes memnun kalmıştı.

HİÇ OLMAZSA DURDUĞUNUZ YERİ BİLİYORSUNUZ

Aynı tarihlerde VW’nin Türkiye sorumlusu İstanbul’a gelmişti. Passat’ın çok önemli bir parçası için üretim yapacaktık. Bizi denetliyordu. İnsani olarak birbirimizi pek tanımıyorduk. Bir cumartesi günü şirkette biraz çalıştıktan sonra gezmeyi teklif ettim. Ürkek biçimde kabul etti. Güneşli’deki fabrikamızdan çıktık. Bağcılar’a doğru ilerleyip kendi çalışanlarımızın da yaşadığı işçi mahallelerini gösterdim. Beyazıt’ta gittiğim esnaf lokantasına götürdüm. Arabayı bırakıp Beyazıt, Sultanahmet ve Süleymaniye’nin ara sokaklarında yürüdük. Akşam adam bana dedi ki “Alper ben bu kadar senedir İstanbul’a gelip gidiyorum, bana hep 5 yıldızlı otellerin lobilerini, İstanbul’un en lüks lokantalarını, gösterişli gece kulüplerini gösterdiler. İstanbul’dan benim hatırladığım, hava limanı, fabrikalar ve bu 5 yıldızlı yaşam.” Fakir bir aileden gelen bu Alman sürekli götürüldüğü yerlerdeki lüksten rahatsız oluyormuş. Aslında normal bir insan gibi dolaşmak istiyormuş. Onunla çok iyi dost olduk.

Bu iki örnek de bana insanın samimi ve hakiki olması gerektiğini gösterdi. Evet, bu şekilde sorunlar olabiliyor. Ancak hiç olmazsa durduğunuz yeri biliyorsunuz.

● Üretimlerinizle ilgili unutamadığınız bir anınız var mı?

1990’da Türkiye’de mengene dediğimiz, rakipsiz ürünümüzü ihraç edebileceğimizi düşündük. Türkiye’deki diğer ürünlerden açık ara en sağlamıydı. Bu kaliteli ürünün Avrupa’da ilgi çekebileceğini düşündük. Pazarlama faaliyetlerini başlattım. Almanca konuşabildiğim ve o kültürü bildiğim için bu işi üstlendim. Günlerce, haftalarca, aylarca farklı farklı büyük toptancılara, ithalatçılara yazı yazarak firmamızı tanıtmaya çalıştım. Alabildiğim az sayıdaki randevuya gittim. Bizim ürünümüzün fiyatıyla Almanya’daki rakip ürün arasında yüzde 100’den fazla fark vardı. Ancak görüşmelerde insanların buna çok dikkat etmediğini gördüm. Numune mengene bırakmak istedim, ancak hiçbir firma kabul etmedi. Moralim çok bozulmuştu. Çünkü teknik anlamda Almanya’daki rakiplerimize kıyasladığımızda hemen hemen aynı kalitede bir ürünümüz vardı.

Uygun fiyatlı, kaliteli bir ürünün neden müşteri tarafından ilgi görmediğini anlayabilmek için bir yıl sonra bir fırsat çıktı. Rakip şirketin eski satış müdürü emekli olmuştu ve bizim ile ortak çalışmak istediğini söylüyordu. Onu Türkiye’ye davet ettik. Geldi. Ürünümüzü masanın üzerine koyduk. Bize ürünün teknik özelliklerinden ziyade albenisini, etiketini, ambalajını, logosunu ilgilendiren iki A4 sayfası not yazdırdı. O günün parasıyla bunların düzenlenmesi 50.000 Mark civarında tutuyordu. O zaman için büyük paraydı ve başarı için garanti de yoktu. Epeyce kafa yorduktan sonra yatırıma karar verdik. Değişiklikleri gerçekleştirdikten sonra ürünümüzü Avrupa’daki müşterilerimize götürmeye başladık. Özellikle Almanya’daki müşterilerimize. Önceden yüzde 100 fiyat farkına rağmen ürünümüzü almayan, hatta numune bırakmamızı bile istemeyenler şimdi daha az bir fiyat farkı olmasına rağmen numune istiyorlar veya sipariş veriyorlardı. Bugün Avrupa’nın en büyük mengene üreticisiyiz. Bunu o iki A4 sayfasının marka algısını tetiklemesine borçluyuz.

Fayda ve zevki bir araya getirmeye çalıştım

Almanlardan öğrendiğim çok şey var. Bunlardan bir tanesi mesela şu: Faydalı olanla zevkli olanı birleştirmek. Bence bu dengeyi kurabilenler başarılı ve mutlu olurlar. Hem iş hayatımda hem de STK faaliyetlerimde fayda ve zevki bir araya getirmeye çalıştım. Örnek vermem gerekirse, TAYSAD’ın 40. yılı için ne yapalım diye sorduğumuzda birçok kişi şatafatlı bir organizasyon yapılmasını istedi. Bu sadece zevkli olan bir şey olurdu. Biz dedik ki TAYSAD’ın 40 yılını anlatan bir kitap hazırlayalım. Başkanların hemen hepsi yaşıyordu. Yaşayan başkanlarla video çekelim dedik. 40. yılımızı Rahmi Koç Müzesi’nde düzenlenen bir etkinlikle kutladık. Kitap ve video orada katılımcılarla paylaşıldı. Kastettiğim şey işte bu. Fayda oldu. Zevk oldu. Bu ikisini birleştirdiğiniz zaman aslında başarı geliyor.

Doğal gaza zam gelecek mi? Bakan Bayraktar açıkladı Finansal okuryazarlığınızı ücretsiz eğitimlerle geliştirin! Merkezi yönetim brüt borç stoku 8,3 trilyon lira oldu İmamoğlu'dan Beyoğlu tepkisi Asgari ücret, memur ve emekli maaş zam tahminini açıkladı Stoltenberg: 10 yıllık görev süremde 5 büyük ders aldım