'Okullaşma' kriteri yerini kodlama yaşı'na bıraktı

Şeref Oğuz, Vahap Munyar ve Hakan Güldağ'ın konuğu Bahçeşehir Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Yücel, OSB’lerdeki ara eleman sıkıntısına çözüm için meslek liselerinin illerin ticaret ve sanayi odalarına devredilmesini öneriyor. Yücel “Üniversitelerin, okul değil üretim üsleri olması” gerektiğini kaydediyor.

Haber Merkezi |

Şeref OĞUZ - Hakan GÜLDAĞ - Vahap MUNYAR

Bahçeşehir Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı, Bahçeşehir ve Uğur Okulları Kurucusu Enver Yücel, “Gündem Özel” sorularımızı yanıtlarken, “Eğitimde kalite ve fırsat eşitliği gelişmedikçe mesafe kaydetmek pek olası değildir” dedi. Yücel, bina yaparak, içine sıra koyarak, öğretmen atayarak eğitimde kalitenin artmadığının altını çizip ekledi: “Eskiden okullaşma oranı kriter iken bugün kodlama öğretilen yaş grubu kriter haline geldi. Geçmişte okuma-yazma oranı önemliydi, bugün yabancı dil bilme oranı kriter olarak öne çıktı.”

Bahçeşehir Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Yücel’e sorularımız ve yanıtları şöyle:

FIRSAT EŞİTLİĞİ ÖNEMLİ

● Uğur Dershanesi ile başlayıp Bahçeşehir ve Uğur Okulları’na uzanan ilk-orta eğitim zinciri, Bahçeşehir Üniversitesi’yle eğitimin tüm kademelerinde faaliyet gösteren bir kurum. Özel okulların yaygınlaşması Türkiye’nin eğitim sistemine nasıl bir etki-katkı yaptı? Ülkemizde eğitimin kalite çıtası özel okulların yaygınlaşmasıyla birlikte yukarı mı çıktı?

Öncelikle ülkemizde özel öğretim, son yıllarda artış gösterse de maalesef dünyaya kıyasla oldukça düşük oranlardadır. Oranın artması da başlı başına anlamlı değildir. Eğitimde önemli olan iki kavram vardır. Bunlardan birincisi “kalite” ikincisi ise “fırsat eşitliğidir.” Bu iki kavramı geliştirmediğiniz sürece maalesef eğitimde mesafe kaydetmeniz pek olası değildir. Özel öğretim aslında bu iki kavramı geliştirmek açısından ülkemize büyük bir fırsat yaratıyor. Bina yaparak, içine sıra koyarak veya öğretmen atayarak bu çağda eğitimde kalite artmıyor. Eğitimde teknoloji kullanımı, çağa uygunluk, dünya vatandaşlığı gibi birçok kavramda uyum sağlamanız gerekiyor. Kanımca özel öğretim kurumları tam istediğimiz noktada olmasa da bugün ülkemizde bu kavramların gelişimine büyük katkılar sunuyor.

Pandemi döneminde online eğitimde özel öğretim kurumlarının açık ara önde olduğunu gördük. Yine bu yıl Diyarbakır’dan 3 genç Harvard Üniversitesi’nden tam burslu kabul aldılar. Türkiye’nin her köşesinde özel öğretim kurumları burslu olarak 10 binlerce gence kaliteli eğitim fırsatı sunuyor. Biz çocuklarımıza kaliteli ve fırsat eşitliğine dayalı eğitimi özel öğretim kurumları aracılığıyla sağlıyoruz daha da fazlasını sağlayabiliriz.

İLERLEME KRİTERLERİ DEĞİŞİYOR

● 1974’ten beri eğitimin içindesiniz. Okul öncesi eğitim, ilk ve orta eğitimi değerlendirdiğinizde ülkemizi hangi düzeyde görürsünüz? Geçmişe göre eğitimde iyileşme var mı? Gördüğünüz eksikler, aksayan yönler neler?

Bu sorunuzun cevabı keşke kolay olsaydı ama değil. Çünkü eğitimde başarı veya ilerleme kriterleri her gün yeniden tanımlanıyor. Eskiden okullaşma oranı bir kriter iken bugün kodlama öğrettiğiniz yaş grubu bir kriter. Geçmişte okuma yazma oranı önemliyken, bugün yabancı dil bilme oranınız bir kriter. Elbette ülkemizde ciddi ilerlemeler var. Ama bizim eğitimin tanımını da eğitime yüklediğimiz anlamı da değiştirmemiz gerekiyor. Ülkemizde eğitimde en büyük sorun merkezi sınavlardır. Bu sınavlar kalkmadan bizim dünya standartlarında bir noktaya ulaşmamız çok zordur. Halen milyarlarca saat test çözdürüyoruz. Oysa eğitimde beceri ve yetkinlik kazanımları her şeyin önüne geçmiş durumda. Aynı şekilde diploma hedefl i eğitim yapıyoruz. Oysa diploma artık ayırt edici değil. Onun yerine her genci farklılaştırma temelli bir bakışa ihtiyacımız var. Aslında bizim eğitim sistemimizin en büyük sorunu; benzetmeye dayalı olmasıdır. Yani eğitime başlayan çocukları aynı şeyleri yapabilen, birbirine benzer gençler yapmayı hedefliyor. Oysa çağımızda farklılaştırmaya dayalı yani her çocuğu farklı birey kabul ederek onda var olan bir yeteneği geliştirmeye dayalı eğitim sistemleri var. Eğitimin görevi toplumu zenginleştirmek, zenginliğini keşfetmesini sağlamak ve toplumu geleceğe hazırlamaktır. Bu açıdan bizim bugünü değil geleceği hedefl eyen bir eğitim felsefesine ihtiyacımız var. Başarı herkesin sınavlarda başarılı olması veya “tıp” okuması değildir. Başarı her bireyin potansiyelini keşfedip onu en yüksek noktaya taşımaktır. Türkiye bu açıdan eğitime bakmalıdır.

ÖĞRENCİ BAŞINA 11 BİN 620 TL

● Türkiye, ilköğretimde devlet okulu-özel okulu dengesinde doğru bir noktada mı? Özel okulların toplam sistem içindeki oranı ne düzeye ulaştı?

Bunun oransal bir karşılığı yoktur. Bu ülkenin eğitime bakışı, eğitime ayrılan kaynaklar ve milli gelirin artması ile orantılıdır. Özel öğretim kurumları bina oranı olarak yüzde 12, öğrenci sayısı olarak yüzde 8 düzeyindedir. Devletin eğitimde bu kadar tekel olması doğru değildir. Kalite için rekabet gerekir. Bugün kamu okullarında başarı ya da başarısızlık diye bir kriter yoktur. Ama en basit üretim yapan bir lastik fabrikasında bile başarı kriteri vardır. Düşünün bir öğretmen başarısız bir eğitim verdiğinde bunu ölçen hiçbir kriter yoktur. Bu yanlıştır, doğrusu “kaliteli eğitim” için rekabettir. Kamu okulları da ciddi bütçeler harcıyor ama bunlar cebimizden vergiler aracılığı ile çıktığı için sanki ücretsizmiş gibi görüyoruz. Oysa o da bizim paramız ve kaynağımız, doğru kullanılması gerekir. Örneğin bugün devlet bir öğrenciye 11 bin 620 TL para harcıyor (TÜİK verileri). Peki, başarılı mı? Tartışılır. Bu para ile veliden hiç para almadan ben daha kaliteli bir eğitim yaparım. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı’na teklifte bulundum. “Verin memleketim Piraziz’i, hiç veliden para almadan devletin oraya harcadığı kaynak ile daha kaliteli eğitim yaparım” dedim. Bizim en büyük hatamız şudur; eğitimin devleti, özeli yoktur. Eğitim hepimizin sorunudur. Devlet kaynaklarının da özel kaynakların da verimli kullanılmasını sağlamalıyız. Bu açıdan bakmaya başlarsak özel öğretim yüzde 20’lere çıkacak ve daha fazla çocuk kaliteli eğitimle tanışacak, rekabet olacak ve en önemlisi fırsat eşitliği sağlanacaktır.

ÜNİVERSİTELERİ 'AKREDİTE' EDEN BİR KURUM GEREKİYOR

●Zaman zaman özel üniversitelere de kapıyı açma konusu gündeme geliyor. Türkiye’de özel üniversitelerin de devreye girmesi gerekiyor mu?

Özel üniversite olmalıdır. O zaman vakıf üniversitelerinin yükü azalacaktır. Şu an da böyle bir ayrım olmadığı için zaman zaman YÖK’ün bile istemeden de olsa vakıf bakışı doğru olmamaktadır. Özel üniversite olmalıdır ancak ciddi bir akreditasyon kurumu da olmalıdır. Bugün hem kamu üniversitelerini hem de vakıf üniversitelerini akredite eden bir kurum maalesef yoktur. Bu sebeple üniversite alanı aslında büyük bir sorun yaşamaktadı.

OKUL SADECE ÖĞRETİM YAPILAN YER DEĞİLDİR

● COVID-19 krizi bütün dünyada eğitimi ve öğretimi de etkiledi. Uzaktan eğitim dünyanın da Türkiye’nin de gündemine oturdu. Uzaktan eğitim özellikle ilk-orta öğretimde ne kadar etkili oldu? COVID-19 krizi dönemindeki deneyime bakılarak, “Bundan sonra tümüyle uzaktan eğitime geçelim” denilebilir mi? Doğru bir formül olur mu?

Eğitim ve okul kavramı aynı şey demek değildir. Zaten uzaktan eğitim ve teknoloji tabanlı eğitimi tümüyle kullanan alanlar var. Ülkemizde de çok başarılı olmasa da Açık Öğretim Fakültesi bunlardan birisidir.

Dünyada tamamıyla uzaktan yapılan eğitimin o kadar çok örneği var ki, bu da aslında pandemi ile ortaya çıkan biraz da zorunluluktan sarıldığımız uzaktan eğitimin yadsınamaz bir gerçeklik olduğunu bize gösteriyor. Dünyanın en iyi üniversitesi MIT’nin 5 yıldır bütün dersleri online ortamda var.

Eğitimde bilgiye erişmek konusunda dijital kaynakların bize hem hız hem de kolaylık kazandırdığını biliyoruz. Eğitimi istediğiniz oranda uzaktan yapabilirsiniz. Ancak, okul sadece öğretim yapılan yer değildir. Bu sebeple okulu uzaktan yapamazsınız, yapmamalısınız da. Uzaktan dijital kaynaklarla yapılan eğitimin birçok faydası var; örneğin zamandan ve mekândan bağımsız olduğu için dünyanın herhangi bir ülkesinden bir öğretmeni dünyanın herhangi bir yerindeki öğrencilere ulaştırabilirsiniz.

UZAKTAN EĞİTİM, 'FIRSAT EŞİTLİĞİ' İÇİN ÖNEMLİ ARAÇ

Eğitimde fırsat eşitliği dedik ya işte dijital kaynaklar ve uzaktan eğitim bunu sağlamanız için büyük ve önemli bir araçtır. Bugün siz İstanbul’da Boğaziçi veya Bahçeşehir Üniversitesi’nden bir profesörü Hakkâri Üniversitesi’ne fiziki olarak gönderemezsiniz ama dijital kaynakları kullanarak orada ders verdirebilirsiniz. Böylece bu ülkede öğretmen yokluğu, ders sorunu yaşamayacak duruma geliriz.

Uzaktan ve dijital öğretim hayatımızdan hiç çıkmayacak hatta bize büyük katkılar sağlayacaktır. Ama yüz yüze okulun verdiği sosyalleşme ve diğer beceriler için okullar yine olacaktır.

Üniversite, okul değil üretim üssü olmalıdır

● Sizin ayrıca bir vakıf üniversiteniz var. Vakıf üniversitelerinin devreye girmesi ülkemizde üniversite eğitiminde nasıl bir etki yaptı? Vakıf üniversiteleri ve hükümetin “her ilde bir üniversite” hedefi ülkemizde sayıyı yükseltti. Üniversite sayısı 200’ün üstüne çıktı. Bu kadar üniversite Türkiye için fazla mıdır?

Her iki üniversite türünün de tek devleti vardır. Tek fark birisi kaynağını vergilerimizden diğeri öğrenci ücretlerinden direkt alır. Ama her ikisi de kâr edemez. Ülkemizde üniversite sayısı rakam olarak fazla değildir. Ama işlev olarak üniversitelerin büyük sorunları vardır. Üniversite demek lise gibi ders anlatıp sınav yapıp diploma veren yer değildir. Öncelikle bizim üniversite ne işe yarar kısmını doğru anlamamız gerekiyor. Dünyada 3. nesil üniversite dedikleri bir kavram var ki bunun öncülüğünü Stanford yapıyor. Üniversite üretir, bulunduğu ülkeye patent, girişim, start-up ve katma değeri yüksek bilgi üretir. Üniversite bizdeki gibi bulunduğu kentin esnafına gelir, ev sahibine kira demek değildir. Bizde üniversite okul olarak görülüyor. Üniversite okul değildir. Üniversite bir üretim üssüdür. Kaç patent ürettin? Kaç marka yarattın? Kaç proje kazandırdın? Bunları sorgulamıyoruz. Maalesef üniversiteleri diploma dağıtan kurumlara döndürdük. Hatta toplumun bakışı daha kötü; iş bulma kurumu gibi bakıyorlar. Bunlar yanlıştır. Üniversitelerimiz bulundukları yerlerde üretimi, yaşamı ve hatta kültürü yönlendirmelidir. O zaman üniversiteler fazla mı az mı diye konuşmayacağız sanırım.

Ben olsam merkezi sınavları kaldırırım

● Türkiye’de eğitim sisteminin yönetimi size emanet edilse, hangi adımları atardınız? Bugünkünden farklı neler yapardınız? Nasıl bir eğitim sistemi hedefi koyardınız önünüze?

Öncelikle bütün toplumsal paydaşların katılımı ile bir yol haritası oluştururum. İkinci adımda; eğitimde bir felsefe değişikliği şart. Sınıfa öğrenci doldur, dersi anlat, sınav yap anlayışından kurtulmak lazım. Okul bir yaşam alanı olmalıdır.

Öğrenciler ve öğretmenler okula sadece ders için değil birçok sosyal faaliyet için de gitmelidir. Okullarımız verimsizdir. Bu açıdan önce okulları bulundukları yerin merkezi haline getiririm. Konferanslar, eğitimler, sosyal ve sportif faaliyetlerin merkezi olmalı. Böylece okul, üretim merkezine dönüşür, çocuklar okulu sever. Dünyada eğitimde yeni ve özgün değişimleri izlerim. Türkiye’nin en büyük sorunu olan merkezi sınavları kaldırırım. Sınavlar, Türkiye’nin önündeki en büyük sorundur. Çünkü eşitlik ürettiğini düşündüğümüz bu sınavlar, maalesef çocuklarımızı tekdüze insan yapıyor. Aynı zamanda hem yaratıcılıklarını öldürüyor, hem farklı ve özel çocuklarımızı sistem dışına atıyor hem de sosyo ekonomik düzeyi düşük çocukları hazırlık sürecinde dışarıda bırakıyor. Öğretmen çok önemli. Eğitim fakültelerinde ciddi değişimler yaparım. Ancak unutmayalım, eğitim akşamdan sabaha mucizeler yaratabilecek bir alan değildir.

Vakıf üniversiteleri çoktan devlet üniversitelerini geçti

● Vakıf üniversiteleri arasından iddialı olanlar çıkmasına rağmen köklü devlet üniversitelerinden geçmişten beri öne çıkanların ağırlıklarını koruduğunu görüyoruz. Bunu, “Parayı bastırıp üniversite eğitiminde kaliteyi yükseltirim” anlayışının çok da doğru olmadığının göstergesi gibi mi değerlendirmek gerekiyor? İddialı vakıf üniversiteleri, köklü devlet üniversitelerini neden yakalayamıyor?

Gerek uluslararası sıralamalarda gerekse öğrenci tercihlerinde vakıf üniversiteleri çoktan devlet üniversitelerini geçmiş durumdadır. Times Higher Education (THE) İngiltere menşeli dünyanın en önemli üniversite sıralama kuruluşu. Son açıkladığı verilere baktığımızda; Türkiye’den ilk 1000 üniversite içine giren 11 üniversite var. Bunların 5 tanesi vakıf üniversitesi. Üstelik ilk 4 üniversitenin hepsi vakıf üniversitesi. Üniversite yerleştirmede ilk 2000’deki öğrencilerin 2020 yılında yüzde 62’si vakıf üniversitelerine yerleşmiş. Yine bu yıl açıklanan THE rankinglerine göre “Uluslararası bilinilirlikte” ilk 5 üniversitenin tamamı vakıf (Bilkent, Koç, Sabancı, Bahçeşehir ve Özyeğin) üniversitesidir. Vakıf üniversiteleri kendi kaynakları ile kamuya hiç yük oluşturmadan devlet üniversiteleriden çok daha yüksek performans sağlamaktadır. Henüz 30 yıllık ortalama geçmişlerine bakarsak bu çok büyük bir başarıdır.

Üniversitede 2 bin 600 şirketle ortaklık yapıyoruz

● Yıllardır “üniversite-sanayi işbirliği” hedefl eri konulur, tartışılır. Söz konusu iş birliğinde yol alınabilmiş midir? Daha etkili bir iş birliği için nasıl bir yol haritası oluşturmak gerekiyor?

Bu kavram son 3. nesil üniversite kavramı ile dünyada özellikle de Kuzey Amerika’da çözülmüş gibi görünüyor. Kanada bu konuda çok önemli bir ülke. Biz bundan 12 yıl önce COOP diye bir modeli ülkemize kazandırdık. 2 bin 600 şirketle ortaklık yapıyoruz. Öğrencilerimizi 3. ve 4. sınıfta bu şirketlere gönderiyoruz. Bu şirketler, üniversitemizde markalı dersler adı altında sektör dersleri açıyor. Üniversitemizde eğitimler, konferanslar, projeler yapıyorlar. Her hafta şirketlerin İnsan Kaynakları profesyonelleri üniversitemize gelip, öğrenciler ile bire bir kariyer hedefl eri üzerine sohbetler gerçekleştiriyor. Dünyada yapılan araştırmalar lisans öğrenimini tamamlayan öğrencilerinin yüzde 92’sinin sektörlerde işe hazırlandığını yüzde 8’inin ise akademik kariyer yaptığını gösteriyor. Önde gelen üniversitelerde lisans seviyesi artık hem bilimsel eğitim hem de sektöre hazırlık olarak yapılandırılıyor. Lisans üstü ise daha çok bilim alanına hazırlanıyor. Bu rakamlar üniversitelere nasıl bir dönüşüme girmeleri gerektiğini gösteriyor aslında.

Ama ülkemizdeki şirketlerin de bu anlamda daha fazla üniversitelere yaklaşması gerektiğini düşünüyorum. Örneğin ülkemizde şirketlerin Ar-Ge bütçeleri maalesef üniversitelerle birlikte çalışmak adına kullanılmıyor. Üniversiteler bu bütçeleri alamıyor. Oysa bu bütçeler üniversitelere girse üniversitelerin hem verimliliği artacak hem de kamu ise devlete yükü azalacaktır. Bu konuda Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın üniversitelerle şirketler arasında bir köprü olabileceğini düşünüyorum. Ayrıca sanayi bölgelerinde, büyük şirketlerde üniversitelere yer verilmesi gerektiğini ve şirketlerin üniversitelerin içine girmesi, öğrenci ile temas kurması gerekiyor.

Meslek liselerini ticaret ve sanayi odalarına verelim

● Türkiye’nin her noktasında OSB’lerdeki fabrikalara girdiğinizde, “ara eleman bulamıyoruz” yakınması duyuluyor. Ara eleman sorununun çözümü için neler yapmak gerekiyor?

Aslında bu bütün dünyada konuşulan bir durumdur. Ülkelerin çözümleri de farklı farklıdır. Örneğin Almanya daha ilkokul bittiğinde ayrıştırmayı yapar ve kimin meslek, kimin üniversite okuyacağına karar verir. ABD’nin bazı eyaletlerinde lise ile meslek birlikte okunur. Bazı ülkelerde bölgesel ihtiyaçlara göre eğitim yapılandırılır ve ona göre ihtiyaçlar giderilir. Mesleki eğitim ve meslek liseleri kavramı aslında bu sorunu çözmek için tek başına yeterli değildir. Çünkü dünya, olağanüstü bir değişim yaşıyor. Bugüne baktığımızda; 1990’lı yıllarda olan mesleklerin günümüzde neredeyse 3’te 1’i yok ve binlerce yeni meslek gelmiş. Yani sizin 2000 yılında hatta 2010 yılında meslek lisesinde verdiğiniz bir mesleğin bugün karşılığı yok ve bu böyle devam edecek. Meslek lisesi açmaktan daha çok ihtiyaç analizini iyi yapmak gerekiyor. Yıllardır söylüyorum, hatta COOP diye bir uygulamayla bunu Bahçeşehir Üniversitesi’nde yapıyoruz. Sektör eğitimin içinde olmalı, sektör nasıl eleman istiyor bunu anlatabilmeli. Meslek liselerini, her ilin ticaret ve sanayi odalarına verelim. Onlar bu okulların ne okutacağına, nasıl staj yapacağına, kaç öğrenci alacağına, onların nerede çalışacağına karar versinler. Bakın bunun Türkiye’de çok güzel bir örneği var: Manisa Organize Sanayi Bölgesi’nde yapılmış. Fakat öğrencilerin meslek lisesi kavramına soğuk olduğunu da biliyoruz. Bunun için de ABD Ohio modelini önerebilirim. Her eğitim bölgesinde liselerin yanına bir “kariyer merkezi” meslek eğitim merkezi yapmışlar. Öğrenciler lise eğitimi boyunca 4 gün liseye, 1 gün kariyer merkezine devam ediyor ve meslek öğreniyorlar. Aynı zamanda bölge halkı buradan hizmet alıyor. Bakanlığımızın bu bakış açısı ile düşünüp, işbirliği yapması ile bu sorunlar çözülebilecektir.

Kamu üniversitelerindeki boş kontenjanın nedenine bakalım

● Hükümet “her ilde üniversite” adımını atarken, “üniversite eğitiminde fırsat eşitliği” sağlama hedefiyle yola çıktı. Üniversitelerin her ilde olması gerçekten “fırsat eşitliği”ni sağlamaya dönük bir formül müdür?

Her ile üniversite açabilirsiniz ama açtığınız üniversitenin bir felsefesi, bir amacı olmalıdır. Örneğin bir kente üniversite açarken o kentteki hangi alanının gelişimini hedefl iyoruz. Sinop’ta üniversite açarken eğer amacımız dünyanın en iyi kalkan balığı bölgesi olan Sinop’u bu alanda dünya lideri yapmak ise harika. Ancak, her yerde olduğu gibi belli bölümler açıp öğrenci alıp diploma veriyorsanız anlamı kalmıyor. Bu kapsamda öğrencilerin de bakış açısının buna göre değişmesi gerekiyor ki değişmeye başladı. Bakın bu yıl üniversitelerde 200 bin boş kontenjan kaldı. Bu boşluğun 147 bini kamu üniversitelerinde. Ardahan Üniversitesi’nin ücretsiz olmasına rağmen kontenjanlarının sadece yüzde 35 civarı dolmuş. Neden diye düşünmemiz gerekiyor.

'Dünya vatandaşı' yetiştirmek gerekiyor

● Üniversite mezunları arasındaki işsizlik oranı yüzde 25 dolayında seyrediyor. Bu durumu nasıl yorumlamak gerekiyor? Üniversiteler, hedefl enen altın bileziği mezunlarının bileğine takamıyor mu? Hata üniversitelerde mi, sistemde mi?

Diploma merkezli eğitimin sonucunu yaşıyoruz aslında. Çocuklarımızı sınavdan sınava, sınavdan diplomaya taşıyarak başarılı yapacağımızı sanıyoruz. Oysa eğitimin her kademesinde bilmemiz gereken iki kavram var; birincisi “her çocuğun bir yeteneği var ve biz bunu bulup geliştirmeliyiz.” İkincisi “biz bu çocukları bugüne değil, en az 10 yıl sonrasına hazırlıyoruz. 10 yıl sonrası için gereken becerileri kazandırmak gerekiyor.” Biz bu anlamda çocuklarımıza eğitimin sonunda iyi bir CV maalesef kazandıramıyoruz. Ellerinde bir diploma var ve onun tek başına işe yarayacağını sanıyorlar. Çocuklarımızı iyi yetiştirmemiz gerekiyor. Bunun için öncelikle ortaokulda kodlama ve yabancı dil başta olmak üzere; yeni beceriler, lisede sadece üniversite sınavı için değil; yapay zekâ, blockchain, siber güvenlik gibi beceriler ile donatmalıyız. Ama en önemlisi okuyan, dünyayı yorumlayabilen ve sorun çözme becerisine sahip çocuklar olarak yetiştirmeliyiz. “Dünya vatandaşı” yetiştirmemiz gerekiyor. Eğitim sistemimiz dünyanın her yerinde işi veya beceriyi en iyi yapabileni, dünyayı en iyi yorumlayanı, dil ya da diller bileni, yerel değil global insanı yetiştirmeyi hedefl ediğinde sanırım bu sorunları çözebiliriz. Ayrıca, geleceğin çalışma alanlarına uygun, değişimi izleyebilen olmak da çok önemlidir.

Şirketlerin 'eşitçilik' performansı yüzde 9 arttı Finansal performansın anahtarı: Dupont analizi AFAD'dan yurt geneli için kritik açıklama Eğitime kar engeli: Birçok ilde okullar tatil edildi! TFF Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu istifa mı etti? Resmi açıklama geldi Bitcoin 100 bin dolar rekorunu ne zaman kırar?