Kontrollü gerginlik nereye kadar?
Gerek Tayvan Boğazı’nda gerekse Güney Çin Denizi’nde ABD ile Çin arasında yaşanabilecek küçük sürtüşmelerin hızla kontrolden çıkıp nükleer bir çatışmaya dönüşme riski, iki ülkeyi de derin derin düşündürüyor. Sullivan’ın Pekin’deki temaslarında söz konusu denizlerdeki olası sorunların büyümeden önlenmesi için gerek üst düzey komutanlıklar seviyesinde, gerekse sahadaki alt birimler düzeyinde doğrudan temas içinde bulunabilmeleri için diyalog mekanizmaları tesis edilmesinde mutabakat sağlandı.
Haber Merkezi |HAKAN OKÇAL
Gazze ve Ukrayna’da savaş hali sürerken, ABD ve Çin yine de gözlerini birbirlerinden ayırmıyor. Her ikisi de aralarındaki mevcut gerilimli ilişkilerin kontrolden çıkmaması için üst düzeyli temasları elden bırakmıyor. Son dönem temasların en önemlilerinden biri geçtiğimiz, hafta ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın Pekin’e gerçekleştirdiği üç günlük ziyaret dolayısıyla gerçekleşti.
Sullivan, Pekin’de Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin konuğu oldu. Wang Yi, hem Çin Dışişleri Bakanı hem de konumu bu makamın üzerinde yer alan Çin Komünist Partisi (ÇKP) Merkez Komitesi’nin Dış İlişkiler Komisyonu Direktörü. Daha önce uzun yıllar Dışişleri Bakanı olarak görev yaptıktan sonra Merkez Komitesi Direktörlüğüne terfi etmiş, ancak yerine getirilen bakanın kısa süre sonra görevden alınmasının ardından her iki görevi birlikte yürütmek durumunda kalmıştı. Jake Sullivan, Pekin’de Çin Devlet Başkanı ve ÇKP Genel Sekreteri Şi Cinping tarafından da kabul edildi. Ayrıca Çin’in Merkezi Askeri Komisyon Başkan Yardımcısı ile bir görüşme gerçekleştirdi.
Ulusal Güvenlik Danışmanı Sullivan, Biden yönetiminde Çin’le ilişkilerden sorumlu en yüksek yetkili pozisyonunda. Son yıllarda beş kez Yi ile dünyanın çeşitli merkezlerinde görüşmüş olmasına rağmen, Pekin’e sekiz yıldır bu düzeyde bir ziyaret yapılmamıştı. Diğer yandan başkanlık seçimlerine sadece iki ay kala gerçekleşmesi de bu ziyaretin önemini artırdı.
Hem Pekin hem de Washington tarafının, ABD seçim kampanyalarında rakip adayların yapacakları olumsuz açıklamalardan dolayı zaten gerilim içinde bulunan iki ülke ilişkilerinin daha da yıpranarak kontrolden çıkmasını istemedikleri genelde kabul görüyor.
ÇİN, HER İKİ ADAY KONUSUNDA DA SESSİZ
ABD’de başkanlık yarışındaki her iki aday da Çin’e karşı sert tedbirler alacaklarını ilan etmiş bulunuyorlar. Dış politika tecrübesi kısıtlı Harris, ABD ulusal sanayini olumsuz etkileyen ucuz Çin mallarının ülkeye girişine karşı Biden döneminde uygulanan yüksek gümrük tarifelerinin üzerine yeni sert tedbirler alınacağını açıkladı. Trump ise tüm Çin mallarına yüzde 60 veya daha yüksek çarşaf vergi uygulanacağını ilan etti. Her iki aday da Çin konusunda iç kamuoyuna olumsuz mesajlar verirken, Pekin yönetiminin bunlardan birini diğerine tercih etmesi mümkün değil. Bu yüzden Çin, ABD seçimlerini yakından izlemekle beraber adaylar hakkında sessizliğini koruyor. Buna rağmen, Trump’ın ilk döneminde yaşanan belirsizlik ve ani dönüşler hatırda tutulursa, ondan daha istikrarlı bir çizgi izlemesi beklenen Harris, Çin için muhtemelen daha ehveni şer bir aday.
Jake Sullivan’ın Pekin ziyareti hem ABD’ye hem Çin’e, seçimlerden önce kendi politikalarını ve kırmızı çizgilerini muhataplarına bir kez daha anlatma ve seçim sonrası için zemin oluşturma olanağı verdi. Bu, özellikle Harris’in kazanması halinde geçerli olan bir argüman.
Ziyaretin ABD açısından bir başka amacı da, görevi devredecek olan Joe Biden’a dünya politikasına son bir iz bırakma şansı tanımaktı. Sullivan, bu amaçla iki devlet başkanının seçimlerden önce yeni bir temasta bulunma olanağı için zemin yokladı. Taraflar, şimdilik Biden ve Şi Cinping’in birkaç hafta içinde birlerini telefonda aramaları konusunda mutabık kaldılar. Liderlerin geçen yıl San Fransisco’da buluştukları gibi, yeni bir doğrudan teması ise zayıf bir ihtimal.
Basında yer alan bilgilerden, Pekin’deki görüşmelerde pek az alanda ilerleme sağlandığı anlaşılıyor. Buna rağmen, iki taraf da en çetin konularda dahi aralarında uygar bir diyalog sürdürebileceklerini ortaya koyabildiler. Çin tarafının vurguladığı en önemli konu, Tayvan oldu. Wang Yi, Tayvan’ın Çin’e ait olduğunu, birleşmenin bir gün mutlaka gerçekleşeceğini söyleyerek, Washington’dan Tayvan’ın bağımsızlığına destek sağlamamasını istedi. Sullivan’ın cevabı, ABD’nin “Tek Çin” politikasını kabul ettiği ancak Tayvan Boğazı’nda barış ve istikrarın korunmasının önem taşıdığını vurgulamak oldu.
SICAK ÇATIŞMA RİSKİ, DÜŞÜNDÜRÜYOR
ABD Güney Çin Denizi’ndeki şikayetlerini Çin tarafına yeniden vurgulama olanağı buldu. Çin ise ABD’nin kendisini Hint-Pasifik Bölgesinde çevreleme politikalarını eleştirdi. Çin uluslararası mahkeme kararına rağmen, Güney Çin Denizi’nin büyük bir bölümü üzerinde egemenlik iddiasında bulunuyor. ABD’nin açık deniz saydığı bu önemli ticaret yolu, hem balıkçılık sahaları hem de doğal kaynaklar bakımından çok zengin bir bölge. Güney Çin Denizi’nde iki ülkenin silahlı kuvvetleri zaman zaman çok tehlikeli şekilde karşı karşıya geliyorlar. Burada sadece ABD değil, Vietnam ve Filipinler de Çin’le çatışıyor. Çin, bu ülkelerin yüzyıllardır yararlandıkları sularda askeri ve sivil teknelerini sürekli taciz ediyor. Son zamanlarda Sabina Sığlığı adlı bölgede Filipinler’e ait sahil muhafaza gemilerinin hareketleri, Çin tarafından engellenmeye başladı. Bu yüzden, ABD Filipinler ile mevcut ikili savunma anlaşması nedeniyle Çin’le ilave bir çatışma riskiyle karşı karşıya... Gerek Tayvan Boğazı’nda gerekse Güney Çin Denizi’nde iki ülke arasında yaşanabilecek küçük sürtüşmelerin hızla kontrolden çıkıp nükleer bir çatışmaya dönüşme riski, iki ülkeyi de derin derin düşündürüyor.
Sullivan’ın Pekin’deki temaslarında söz konusu denizlerdeki olası sorunların büyümeden önlenmesi için gerek üst düzey komutanlıklar seviyesinde, gerekse sahadaki alt birimler düzeyinde doğrudan temas içinde bulunabilmeleri için diyalog mekanizmaları tesis edilmesinde mutabakat sağlandı. Pekin görüşmelerinin en önemli ve somut getirisi bu oldu.
ABD, TİCARET SAVAŞINDA KARARLI
Sullivan ile temaslarında Wang Yi, Pekin yönetiminin ABD’nin Çin’in meşru çıkarlarını zedeleyecek şekilde ekonomi, ticaret, teknoloji ve bilim alanlarında yaptığı engellemelere son verilmesini istedi. Yi, ABD ve Batı’nın kullandığı, “Çin’in kapasite ötesi üretim yaparak Batı pazarlarını ucuz malla doldurduğu” argümanının doğru olmadığını, Batı’nın başvurduğu koruma politikalarının küresel yeşil kalkınma hamlesini ve dünyadaki ekonomik büyümeyi olumsuz etkilediğini iddia etti. Sullivan buna cevaben, Washington’un, Çin’in Amerikan teknolojilerini kullanarak kendi ulusal güvenliğini tehdit etmesine izin vermesinin mümkün olmadığını, ayrıca Çin’in haksız ticaret politikalarına ve pazar ekonomisi kurallarına uymayan uygulamalarına karşı çıkılmaya devam edileceğini belirtti.
Uzmanlar, ABD’de başkanlık yarışını hangi aday kazanırsa kazansın, Çin ile arasındaki ticaret savaşlarının önümüzdeki dönemde hızlanarak devam edeceği görüşünde. Çin, şu sıralar teknolojik kapasitesini güçlendirmek için, AR-GE harcamalarını beklenenin ötesinde artırmış gözüküyor. Avustralya Stratejik Siyasa Enstitüsü tarafından yayımlanan bir rapora göre, aralarında kuantum sensörleri, yüksek performanslı bilgisayarlar, yerçekimsel sensörler, uzaya araç fırlatma teknolojilerinin bulunduğu 64 kategorinin 57’sinde Çi̇n, Ar-Ge harcamaları bakımından dünya liderliğine yükselmiş bulunuyor. Ancak bu, Çin’in kısa sürede teknolojik üstünlüğü ele geçireceği anlamına gelmiyor. Bu sayfalarda yayımlanan “21’nci Yüzyıl Çin Yüzyılı Olacak Mı?” başlıklı yazımızda da belirttiğimiz üzere, Çin ekonomisi giderek yavaşlıyor. Ayrıca Çin’in nüfusu azalmaya başladı. Bu yüzden ABD’yi ekonomik ve askeri sahada geçme şansını kaybediyor.
Çin’in mevcut yönetim anlayışı ve ideolojisiyle arzuladığı ekonomik atılımları gerçekleştirmesi olası görünmezken, dünya kalkınmasına, barış ve istikrarına katkıda bulunması elbette mümkün. Bunun yolu da şimdi yapıldığı gibi, ABD ile birlikte gerilimlerin kontrolden çıkmasını önlemek için diyalog yoluyla sorunlara barışçıl çözüm yolları aramaktır.